Bölüm 5: Tartışma

avatar
366 2

Tutulma - Bölüm 5: Tartışma


“Bunu sana söyledim ama bunu fazla yaymaman gerektiğini anlıyorsun değil mi? Eğer halk arasında böyle bir söylenti çıkarsa haydutlar hemen karşı hamle yaparlar ve bu yolun yerini öğrenmemizi daha da zorlaştırır.” 

 

Lun haklıydı. Bu bilgiyi paylaşmamak her ne kadar bencilce gibi görünse de eğer böyle bir söylentinin yayılması söz konusu olursa bu uzun vadede herkes için daha kötü sonuçları doğurmaktan başka bir işe yaramazdı. 

 

“Haklısın yolun tam yerini öğrenmeden söylememiz hiçbir işe yaramaz.” 

 

“Eeeee ne diyorsun o zaman benimle birlikte Aqrada’ya gelir misin?” 

 

Mika bir anda gelen teklife karşı nasıl tepki vereceğini bilemedi. 

 

“Ben, senle, gelmek... Ne?” 

 

“Yani sen de yolun yerini bulmak istiyorsun değil mi? Bana yardım eder misin diyorum? Burada iki aydır olsam da hala tecrübesiz sayılırım. Malum arada zehirli nehirlere falan atlayabiliyorum. Senin gibi buraları bilen birisinin yanımda olması işleri çok kolaylaştırılır. 

 

“Haklısın aslında ama bilemedim ki. Düşünmem lazım.” 

 

Aslında Mika anında evet demek istiyordu hatta Lun sormasa o ona soracaktı ama ailesinden habersiz böyle bir söz vermesi doğru olmayacağından kesin bir cevap vermedi. 

 

“Acelemiz yok zaten. Haydutlar köyü kuşatmaya başlamışlardır bile. Onlar gidene kadar beklemek en mantıklısı olur. O zamana kadar karar verebilirsin.” 

 

“Haydutlar doğru ya... aslında benim burada oyalanmam da giderek tehlikeli hale geliyor. Geri dönerken görünmemem lazım. O yüzden şimdi çıksam iyi olur. Şurada biraz kurutulmuş et olacaktı, yağmur yağdığı için su stoğu doludur onlarla biraz idare edersin. Ben bu gece, olmazsa sonraki gece sana bir şeyler getiririm.” 

 

Mika söylediklerinden sonra kalkıp çıkışa yönelir. Mağranın küçük çıkışında kaybolmadan önce son bir kez arkasını döner ve “Dışarı çıkma, çok ses çıkarma ve aptalca bir şey yapma.” diyerek dışarıya çıkar. 

 

Mika, Markus’la mağaranın dışında buluştu. Pael çıkışları tutmaya gittiğinden beri yarım saat kadar geçmişti. Bu süre destek toplayıp köyün her tarafına yayması için yeterliydi bu nedenle ayrılıp geri dönmeye karar verdiler. 

 

İkisi de ormanın içindeki ana patikadan ayrı bir yoldan önce köy merkezine doğru yol aldı. Mika  izlenmediğinden emin olup köy merkezine geldikten sonra düşüncelerinde haklı olduğunu doğruladı. Pael çoktan destek kuvvet getirtmişti ve belli ki daha fazlası da gelecekti. Haydutların birinci önceliğinin onları gözlemlemek olacağınaysa hiç şüphe yoktu.  

 

Merkezi biraz daha gözlemledikten sonra evine doğru yola çıktı. Yolda haydutların onları gözetlemeye özen gösterdiğinden emin olmuştu. Köyden evlerine giden yolda bile birkaç haydut seçebiliyordu. Evin etrafındaysa durum daha da vahimdi. Haydutlar gizlenmeye çaba bile göstermeden bariz bir şekilde evi ablukaya almışlardı. Mika bunu gördüğünde önce köy merkezine geçip sonra eve gelmesiyle ne kadar iyi yaptığını fark etti.  

 

Haydutlarla muhatap olmadan eve geçti. Kapıyı tıklatıp içeri girdiğinde karşısında her zamanki ev halkından başkasının olmadığını gördü. Pael muhtemelen işleri o raddeye getirmek istemiyordu. Buna rağmen üst katta gizlenmiş birileri olup olmadığını bilemezdi. Bu nedenle Saki’ye eliyle birkaç işaret yaparak evde başka birinin olup olmadığını sordu.  

 

Yıllardan beri Saki’yle ava çıktıkları için birbirleriyle konuşmadan anlaşmak konusunda baya iyiydiler. Saki ablasının endişesini anlayıp çok ses çıkarmadan konuşmaya başladı. 

 

“Merak etme abla evde bizden başka kimse yok.” 

 

Mika sonunda rahatlamıştı. Salondaki koltuğa oturdu ve derin bir “oh” çekti. 

 

“Eee peki senin ormandan geldiğini gördüler mi?” 

 

“Yok. Yoldan gelmedim. Ormandan önce merkeze geçip sonra eve doğru geldim.” 

 

“Güzel. Ben de onlar burayı gözetlemeye başlamadan önce eve varmayı başardım eğer seni merkezden gelirken gördülerse, belki odaklarını oraya çevirirler. Bu da bizim için iyi bir avantaj olur.” 

 

Hiluluk araya girdi. 

 

“Peki Saki’den duyduğuma göre çocuğu şu gizli yerinize getirdiniz herhalde. Sonra ne oldu, neden haydutları peşine takmış ve bundan sonrası için bir plan yaptınız mı?” 

 

“Öncelikle çocuğun ismi Lun. Buraların yabancısıymış ve kısaca baya bir uzaktan gelmiş. Geldikten sonra başı bir haydut gurubuyla belaya girmiş ve bu bölgeye kaçmış. Burada da Kuzgunlar tarafından esir alınıp ana kamplarına götürülmüş ama bir şekilde kaçmayı başarmış ve kaçarken dikkat dağıtması için bir sürü esiri peşinden salmış. Bu nedenle aranıyor.” 

 

“Ha ha! O kuzgun ibnelerine iyi kazık atmış desene ama içinde kaldığı durum baya bir sıkıntılı oradaki erzak onu birkaç gün idare eder. O zamana kadar umalım da peşini bıraksınlar.” 

 

“Çocuğun köye girdiğine dair çok kesin ifadeler var. Bırakacaklarını sanmıyorum ama ellerinde kesin bir kanıt olmadan yakıp yıkmaya da başlayamazlar. O salak köylüler baştan ötmeseydi, işi daha rahat idare edebilirdik.” 

 

“Artık yapabileceğimiz bir şey yok abla. Biz de tüm gün göz altında olacağız. Ona yardım etmeye çalışırsak tüm köyün başını yakabiliriz.” 

 

Kardeşinin sözlerinden sonra Mika bir anlığına duraksadı. Sanki bundan sonra söyleyeceklerinden emin değilmiş gibiydi. Birkaç saniye sessizlikten sonra yüzünde kararlı bir ifade oluştu ve devam etti. 

 

“Ben de öyle düşünüyordum ama artık durumlar farklı.” 

 

“Farklı mı, nasıl yani?” 

 

“Lun, ana kamplarından kaçarken çadırda Kuzgunların yüksek rütbelilerinin konuşmasına kulak misafiri olmuş. Dediğine göre buradaki haydut çeteleri, düklükteki yer altı oluşumlarıyla ticaret halindeler ve denizden veya BrackHill’den olmayan üçüncü bir gizli yol kullanıyorlar. O da bunu bulmak istediğini söyledi. Bunun için Aqrada’ya gitmeyi planlıyor.” 

 

“Üçüncü bir yol mu? İmkânsız öyle bir şey olsaydı illaki birileri bulurdu.”  

 

“Bulmadığı ne malum anne? Belki buldu ve insanları buradan gizlice kaçırıyor. Bu işte tek el olmak istediği için de kimseye söylemiyor. Ayrıca herkes bilirse Düklüğün de kesin haberi olur ve hemen harekete geçer. Bu yüzden birileri bulmuş olsa bile kendi menfaatleri için bu bilgiyi saklamış olmaları çok doğal.” 

 

Mika'nın sözleri gayet mantıklıydı. Orman kanunlarının hakim olduğu bu coğrafya da birileri böyle bir yolu keşfetmiş olsa bile bunu gizli tutmaları çok muhtemeldi. Bunun gerçek olma ihtimali Hiluluk ve Saki’nin içine bir umut düşürmüş olsa da Saki, aklına gelen bir sorunu dile getirmeden edemedi. 

 

“Tamam abla dediğin gibi olsun. Diyelim ki buradan çıkmamızın bir yolu var. Diyelim ki o çocukta bir şekilde bizim yardımımızla kaçıp bu yolu öğrendi. Bize söyleyeceği veya bizi almak için geri geleceği ne malum. Tanımıyoruz etmiyoruz.” 

 

“Saki doğru söylüyor kızım. Bu iş başımıza daha fazla bela açmaya değmez.” 

 

“Bize anlatır mı anlatmaz mı bu önemli değil çünkü...” 

 

Mika yine duraksadı. Az sonra söyleyeceklerine ne ailesi ne de kendisi hazırdı ama içinden bir yerden yapması gerektiğini eğer şu an yapmazsa bir daha fırsatı olmayacağını hissediyordu. Tüm cesareti topladı ve devam etti. 

 

“Çünkü ben de onunla gideceğim.”


--------------------------------- 


İz köyü’nün girişinde sarı, ensesine kadar uzanan dağınık, dalgalı saçları kısa temiz kesilmiş sakalı ve uzun, yakışıklı yüzünü tamamlayan kahve rengi gözleriyle görenlerde kıskançlık hisleri uyandıran deri zırhının altına kumaştan bir pantolon ve deriden çizmeler giymiş metal omuz ve kol korumaları, belinde düz, uzun kılıcı olan bir adam, atının üzerinde adamlarından gelen raporu dinliyordu. Bu sırada köyün dışına dikmiş oldukları gözcü aceleyle bir haber getirdi. 

 

“Pael komutanım. Bölgenin sorumlusu olan Patron...” 

 

Pael’e haber vermekte olan gözcünün sözü arkadan gelen bir sesle kesildi. 

 

“Ooo! Komutanım bakıyorum da aradığınızı bulamamış gibisiniz. Ne oldu kudretli Pael iki kız çocuğu ve yaşlı bir kadınla baş edemedi mi yoksa?” 

 

Yeni gelen bu adam siyah, arkadan toplanmış uzun saçları ve iki yandan örgülü kısa sakalının yanında kalın kaşlara ve köşeli bir yüze sahipti. Üzerinde kumaştan bir giysi ve pantolon vardı. Omuzlarındaki deri ve kollarındaki metal korumalıklarla birlikte belindeki kemerde bulunan düz, uzun kılıç ona güçlü bir savaşçı havası katarken sırtındaki pelerin karizmasını daha da arttırıyordu. Belli ki gözcülerin Pael’e haber vermesini beklemeden direkt ortama dalmıştı. 

 

“Kara senden bu işe karışmanı isteyen olmadı. Neden geldin?” 

 

“Ne yani köyümü ziyaret etmek için bir nedenim mi olması lazım. Özledim, geliyim dedim. Senin başarısız olmanla bir ilgisi yok yani.” 

 

Bunları söylerken Kara, oldukça aşağılayıcı bir ses tonu kullanıyordu. Pael’i kızdırmak için buraya geldiği gün gibi ortadaydı. 

 

“Neyse. İşime karışmadığın sürece ne halin varsa görebilirsin.” 

 

Pael, Kara’yla pek muhatap olmadan adamlarından gelen raporu dinlemeye koyuldu. Bunu gören Kara köyün içine doğru yoluna devam etti.  

 

Yıpranmış, eski, ahşap binaların arasından geçerek köy merkezine ulaştı. Merkez normalde olduğundan çok daha sakindi. Köylülerin çoğu bu haydut istilası nedeniyle başlarına bir bela almamak için evlerinde kalmayı yeğliyordu. 

 

Kara, Mika’ların evinin bulunduğu tepeye doğru yoluna devam etti. Eve vardığında yanından geçerek mezarlığa giden patikaya yöneldi ve ormanın içine doğru yol aldı. Atıyla birkaç dakika ilerledikten sonra sonunda hedefine varmıştı.  

 

Atından inip atı yakındaki bir ağaca bağladı ve mezarlığın içine doğru ilerlemeye başladı. 

 

Üzerlerine birkaç kumaş parçası bağlı olan mezar taşlarının arasından ilerliyordu. Bu yörede ölen insanların en yakınları mezar taşlarına kıyafetlerinden bir parça bağlarlardı. Adet böyleydi.  

 

Kara dört kumaş parçasının bağlı olduğu bir mezar taşının önünde adımlarına son verdi. Bakışlarını mezar taşına çevirdi ve kaşları çatıldı. Aradığını bulamamış bir ifadeyle bu sefer mezarın etrafına bakınmaya başladı ama yine bir şey bulamamıştı. Bunun üzerine mezarın yanında bulunan bir kaya parçasının üzerinde oturdu ve bakışlarını tekrar mezar taşına doğru çevirdi. Üzerinde Alice Vermillion yazıyordu. Kara başını çaresizce öne doğru eğerken birkaç kelime mırıldandı. 

 

“Demek gelmedi.” 


----------------------------


Mika’nın söyledikleri ortamda şok etkisi yaratmıştı. Annesi ve kardeşi dona kalmış ve ne söyleyeceklerini bilemez bir halde dikiliyordu. Sessizliği Saki bozdu. 

 

“Saçmalama abla. Ne demek ben de onunla gideceğim?” 

 

“Saçmaladığım falan yok gayet ciddiyim. Eğer bu cehennemden kurtulmamızın bir yolu varsa onun elimden kayıp gitmesine izin vermeyeceğim.” 

 

“Sen beni kalpten götürmek mi istiyorsun kızım. Dışarının ne kadar tehlikeli olduğunu bilmiyor musun sanki, orada neler yaşadığımızı hatırlamıyor musun?” 

 

“Hatırlıyorum anne, çok iyi hatırlıyorum. Bizi buraya kapattıktan sonra bir daha asla çıkartmadın zaten. Dışarıya gitme Mika orası tehlikeli, haydutlar var Mika, o var Mika, bu var Mika. Böyle diye diye yıllardır buradan çıkmamıza engel oluyorsun. Ne yapacağız anne? Sırf biraz daha güvenli diye ömrümüz boyunca bu küçücük yerde ıstırap mı çekeceğiz?” 

 

Mika bunlara söylerken ayağa kalkıp salonda volta atmaya başlamıştı bile. Bunun üzerine Annesi Mika’nın tavırlarına sinirlenerek sert bir tavırla karşılık verdi. 

 

“Ne demek istiyorsun? Sizin güvenliğiniz için yaptığımı bilmiyor musun? Ben çok mu seviyorum burada tıkılı kalmayı, her gün bana tiksinti ve korkuyla bakan insanlarla beraber hiç minnet görmeden yaşamayı ama sen de biliyorsun ki...” 

 

“Ne biliyorum anne, ne? Eğer bu köyü kastediyorsan, evet çok şey biliyorum hem de çok fazla şey biliyorum ama eğer dışarıdan bahsediyorsan anne, bilmiyorum. Hiçbir şey bilmiyorum. Neden? Çünkü neredeyse on koca yıldır buradayım anne ve biliyor musun? Sen de bilmiyorsun!” 

 

“Bana sesini yükseltme Mika. Senin yaşın kadar ben dışarıda yaşadım. Kucağımda seninle birlikte yaşam mücadelesi vermek ne kadar zordu biliyor musun?” 

 

Saki ikilinin seslerinin yükseldiğini fark etmesiyle, dışarıdaki haydutların bir şeyler duyabileceğinden endişelenerek araya girmeyi denedi. 

 

“Anne, Mika! Delirdiniz mi siz? Dışarıda kaç kişi evi gözetliyor farkında mısınız? Sakin olun ve tartışmayı bırakın lütfen.” 

 

“Sen karışma Saki!” 

 

Ama bu denemesi ikisinin ortak direnişiyle karşılaşır ve tartışmayı durdurmayı başaramaz. 

 

“Neyse ne Mika! Bu konu burada kapandı. Daha fazla senden böyle şeyler duymak istemiyorum. Hiçbir yere gitmiyorsun.” 

 

“Hayır gidiyorum! Kararımı verdim bile. Ne yaparsan yap gideceğim.” 

 

“Sana konu kapandı dedim Mika. Git-mi-yor-sun. Bu kadar.” 

 

“Neden seni dinlemek zorunda olayım ki? Sonuçta gerçek an...” 

 

Mika daha sözlerini bitiremeden yüzüne çarpan tokadın sesi tüm evi doldurmuştu. Tokadın etkisiyle kendine gelen Mika az önce söylemek üzere olduklarının ne kadar ağır olduğunun farkına varsa da artık çok geçti. 

 

“Tek kelime daha etme Mika.” 

 

Mika üzerine çöken farkındalıkla ne yapacağını bilemeden dikiliyordu. Aklına gelen tek şey özür dilemekti ama özür dilemek için annesine döndüğünde gözlerinde gördüğü yaşlar, ağzının adeta kilitlenmesine sebep olmuştu.  

 

Ne kadar konuşmak, özür dilemek istese de kelimeler ağzından çıkmıyordu. Bunun üzerine belki bir yardım bulurum ümidiyle Saki’ye baksa da Saki’nin de yaşananlardan dolayı şokta olduğu belliydi. Böylece kardeşinden de bir destek belirtisi göremeyen Mika arkasını döndü ve hızla merdivenlerden çıkarak odasına girdi. 

 

Mika’nın salondan ayrılmasından sonra Hiluluk, koltuğun birine çökerek sessizce hıçkırıklar içinde ağlamaya başladı. Ablası ve annesi arasındaki gerginliğin tam ortasında kalmış olan Saki, bir merdivenlere bir de koltukta ağlayan annesine baktıktan sonra annesinin yanına giderek ona sarıldı ve bir süre o halde beklemeye devam etti. 

 

O gün aile içinde daha fazla şey yaşanmadı, zaten yaşanamazdı da. Mika yemeğini alıp odasına gitmişti ve annesiyle daha fazla muhabbete girmemişti. Tartışma sırasında söylemek üzere olduklarının çok ağır olduğunun farkında olsa bile kendine göre haklıydı ve eğer bu kadar olaydan sonra özür dilerse kaybedeceğini hissediyordu. Bunca sene bu küçük köye sıkıştıktan sonra bir gün dışarıya çıkabilmek, dışarıda neler olduğunu görebilmek onun en büyük hayallerinden biriydi. Bunun için yıllar boyunca annesine sayısız kez mazeret üretmeyi denemiş olsa da en fazla ormanda avlanma izni alabilmiş ve daha uzağa gitmeyi şimdiye kadar hiç denememişti. 

 

 Şimdiyse durum farklıydı. Dışarıda bir çıkış olabileceğine dair bir umut içine yerleşmişti. Bunla birlikte zaten içinde olan dışarıyı görme arzusu alevlenmiş ve artık karşı konulmaz bir hal almıştı. Bu nedenle gitmek istiyordu, dışarıyı görmek, kendini ve ailesini buradan kurtarabilecek bir yol bulmak ve gerekirse bunun için savaşmak istiyordu. Annesine yük olmak yerine ondan biraz yük almak istiyordu ama sonuç olarak bu duruma düşmüştü. Yanında neredeyse hiç dokunmadığı yemek tepsisi bulunan yatağına gömülü bir vaziyette, sessizce ağlıyordu. 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46904 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr