Bölüm 6: Köyden Kaçış

avatar
285 0

Tutulma - Bölüm 6: Köyden Kaçış


Kavga ettikleri günden sonraki gün Hiluluk, Mika’yı pek görmemişti sadece yemeğini almak için aşağı indiğinde karşılaşmışlardı. Saki odasına gidip ablasıyla konuşmayı denese de onu ikna etmede pek başarılı olamayıp hezimetle geri dönmüştü ve gün böylece geçip gitmişti.  

 

 

Sonraki günün sabahında Hiluluk ve Saki mutfakta kahvaltı için bir şeyler hazırlamaktadır. Hiluluk yemeği hazırlarken arkasını dönerek merdivenlerden yukarıya göz atar. 

 

 

“Ablan gelmiyor mu?” 

 

 

Saki uğraştığı işi bırakır ve annesine döner. 

 

 

“Bilmiyorum. Sabah odasına bakmadım.” 

 

 

Gözlerini merdivenden yaptığı yemeğe geri çevirir. 

 

 

“Git çağır bakalım. Gelmesini istediğimi söyle.” 

 

 

Saki uğraştığı işi bırakarak merdivenlere doğru yönelir. İlk adımını atacakken arkadan annesinin sesini duyar. 

 

 

“Veya sen dur. Ben gideceğim.” 

 

 

Saki adımlarını durdurdu ve yukarı çıkarken annesini izledi ardından yemeğin başına geçerek onunla ilgilenmeye başladı bir yandan da tüm dikkatiyle yukarıyı dinliyordu. 

 

 

Hiluluk yavaşça merdivenlerden çıktı ve sağdan ilk kapının önünde durdu. Kapıyı tıklatarak içeriye seslendi.  

 

 

“Mika, kızım gelmeyecek misin aşağı? Hadi gel konuşalım seninle.” 

 

 

Hiluluk’un seslenmesine karşılık içerden bir cevap gelmemişti. Bunun üzerine Hiluluk “Hadi ama kızım yapma böyle.” diyerek kapıyı açtı. Kapıyı açarken ne kadar da kendini uzun bir ikna konuşması yapmaya hazırlamış olsa da kapının ardında gördüğü manzara onun beklentilerini boşa çıkartmıştı. Çünkü Mika odada değildi. 

 

 

“Mika?” 

 

 

Ağzından refleks olarak çıkan kelimelere engel olamamıştı. Dün evde olduğunu biliyordu ama bu gün yoktu. Hızla odaya göz gezdirince Mika’nın bıçaklarının ve yayının da yerinde olmadığını gördü. Bir süre odanın ortasında dikilip nereye gidebileceğini düşünürken aklına gelen bir fikirle birlikte dehşete düşerek hızlı adımlarla merdivenlerden aşağıya indi. 

 

 

“Saki! Ablan odasında yok. Nerede olduğunu biliyor musun?” 

 

 

Saki zaten yukarıyı dinlerken Mika’nın sesini duyamaması nedeniyle meraklanmıştı. Şimdi annesinin söylediği sözlerse iyice şaşırmasına neden olmuştu. 

 

 

“Nasıl yok, nereye gitmiş olabilir ki?” 

 

 

“Nereye gitmiş olabilir ki? Nereye gidecek tabi ki çocuğun yanına gitti” 

 

 

Hiluluk merdivenlerden indikten sonra hızlıca üzerine dışarıya çıkmak için bir şeyler geçirmeye başladı. 

 

 

“Nereye gidiyorsun?” 

 

 

“Gidiyoruz. Beni şu gizli yerinize götüreceksin.” 

 

 

“Ne... Saçmalama anne bizi izliyorlar oraya gidersek şıp diye yerini öğrenirler.” 

 

 

“Öğrenirlerse öğrensinler. Ben kızımı nerden geldiğini bilmediğim bir çocuğun aptal sözlerine kurban edemem.” 

 

 

“Anne sinirlerine hakim ol ve düzgünce düşün. Haydutlar peşimizden gelirse ve Mika aptalca bir şey yaparsa onu koruyabilecek misin? Şu an yaşamamızın tek nedeni Pael abi. Bunu sen de çok iyi biliyorsun. O olmadan haydutlarla başa çıkamayız.” 

 

 

Hiluluk, Saki’nin sözleri üzerine bir süre durakaldı. Ardından aklına bir şey gelmiş olacak ki hazırlanmaya devam etti ve “Sen evde kal.” diyerek kapıdan çıktı. Saki annesinin peşinden dışarı çıktığında annesinin ormana değil köy merkezine doğru gittiğini görür. Bunun üzerine aklına gelen fikirle ağzından bazı kelimelerin kaçmasına engel olamaz. 

 

 

“Pael’e söyleyecek” 

 

------------------------------------------------------------------------------

 

“Yani geliyorsun benimle.” 

 

 

Dik yamaçta ki gizli mağaranın içerisinde Lun ve Mika yontulmuş kütüklere oturmuş bir vaziyette sohbet etmekteydiler.  

 

 

“Bir sorun çıkmazsa öyle gibi görünüyor. Haydutlar da düşündüğümden hızlı dağılıyorlar. Birkaç güne tamamen burada olmadığını düşüneceklerdir.” 

 

 

Lun, Mika’nın getirdiği yemekleri tıkınırken gözüne Mika’nın bıçakları ve yayı çarpar. 

 

 

“Çok tipik.” 

 

 

“Efendim?” 

 

 

“Silahların diyorum... bir Chuma için fazla tipik. Bıçak ve yay.” 

 

 

“Hah... kusura bakma dağ sırtındaki sömürge bir köyde yaşamaya çalışırken çeşitliliğe çok dikkat edemedim.” 

 

 

“Doğru sen de haklısın. Şimdi düşününce aklıma bir şey takıldı. Burasıda pek iyi durumda değil farkındayım ama bu topraklarda geçirdiğim iki ay boyunca birkaç köyü daha ziyaret etmiştim. Onların bırak başkalarıyla paylaşacak, kendi yaşamlarını idame ettirebilecek kadar bile gıdaları yoktu. Yani siz geri kalanlara göre biraz iyi gibisiniz.” 

 

 

“Evet öyle. Bunun nedeni ne kadar çok hoşuma gitmese de bizim bir nevi torpilli olmamız.” 

 

 

Lun bir şey demedi. Açıklamasını istiyor gibiydi. 

 

 

“Senin peşinde olan şu haydutların başında bir adam varya, işte o buralı. Haydutlar içerisinde yüksek bir dereceye sahip olduğundan köyü koruyabiliyor. Bu nedenle bizden çok daha az haraç alıyorlar. Bunun yanına köyün kara nehirden uzak olduğu da eklenince bir çok köyden iyi durumda olduğumuz söylenebilir.” 

 

 

“Bir yandan sevindirici ama bir yandan da...” 

 

 

“Trajik.” 

 

 

“Sanırım en doğru kelime bu olur.” 

 

 

İkisi de konuşulan konu yüzünden neşelerini kaybetmişken mağaranın girişinden gelen bir sesle dikkatlerini oraya yönlendirirler. Mika bıçağına atılmak üzereyken girişten tanıdık bir ses gelir. 

 

 

“Endişelenmeyin benim Saki.” 

 

 

Ses geldikten birkaç saniye sonra Saki mağaranın girişinde görünür. Buraya gelirken baya koşturmuş olduğu soluk alıp verişinden belli olmaktadır. Saki’nin gelmemesi hem de hava aydınlıkken gelmesi onları baya bir şaşırtmıştır. 

 

 

“Saki neden buradasın. Ya seni takip ederlerse ya görülmüşsen?” 

 

 

Saki ablasının ani sorusuna karşılık biraz soluklanır ardından cevap verir. 

 

 

“İnan bana artık hiç önemi yok abla. Annem... annem Lun’un burada olduğunu Pael’e söylemeye gitti.” 

 

 

MIka duyduklarını hazmedemez ve sadece “Ne?” demekle yetinir. 

 

 

“Ne ne abla? Gideceğim deyip kadının kalbine indirdikten sonra bir gün boyunca yüzüne bakmadın ve sonra da evden kaçtın. Ne bekliyordun ki?” 

 

 

“Ben.. ben...” 

 

 

Lun duyduklarına anlam veremediğinden araya girdi. 

 

 

“Bir dakika ne kaçması, sen izin aldım dememiş miydin?” 

 

 

“Bize söylemeden kaçtığın yetmiyormuş gibi bir de Lun’a yalan söyledin öyle mi abla? Bravo gerçekten.” 

 

 

“Tamam be! Üzerime gelmeyin. Ne yaptıysam yaptım. Şu anda daha önemli bir meselemiz var. Şimdi ne yapıcaz?” 

 

 

Üçü de bu soru karşısında cevapsız kalmıştı. Aslında tek bir cevap olduğu belliydi. Tam şu anda kaçmaları gerekiyordu ama nasıl? Uzun bir sessizliğin ardından konuşan Lun oldu.  

 

 

“Yapacak bir şey yok kaçmam lazım. Sen, ne yapmak istediğin sana kalmış.” 

 

 

Lun yerdeki küçük erzak çantasını alarak mağaranın çıkışına doğru yöneldi ve küçük aralıktan geçerek dışarıya doğru ilerledi. 

 

Bunu gören Mika ne yapacağını bilemeden birkaç saniye sadece Lun’un arkasından baktı. Evet gitmeye karar vermişti ama bu kadar ani olmasını beklemiyordu. Ayrıca şuan bir planları bile yoktu. Lun’un gittiğini fark ettiğinde o da mağaranın çıkışına doğru yöneldi ve peşinden dar yarığa girerek dışarı ilerledi. Bunu üzerine Saki de mağaradan çıkmak üzere harekete geçti. 

 

Üçlü yarıkta ilerlerken çıkmaya yakın Lun adımlarını durdurdu.  

 

 

“Demek gelmişler bile” 

 

 

İki kız daha neyden bahsettiğini soramadan hızla yarıktan dışarı atladı. Bunun üzerine iki kız yarığın iki tarafına pusu kurmuş haydutları fark etmişti. Lun’sa dışarıya çok hızlı fırladığından haydutların pususu başarısız olmuştu.  

 

Yarıktan ilk çıkan Lun olduğu için haydutlar ona odaklanmış ve gelen iki kızı unutmuştular. Lun’un etrafını sarmaya çalışsalar da  Lun dışarıya atladıktan sonra durmamış ve hızla haydutlardan birine atılmıştı. Silahsız olsa bile hızlı hareketleri ve normal bir insandan güçlü olan bedeni sayesinde saldırdığı haydutu diğerleri daha ne olduğunu bile anlayamadan birkaç darbede indirmeyi başardı. Diğerleri bunu görünce onunla bire bir kapışmama kararı alsalar da arkalarından gelecek tehlikeye karşı habersizlerdi. Kalan üç haydut Lun’a dönük bir şekilde pozisyon almışken biri ayağına arkadan gelen bir ok biriyse arkadan gelen bir bıçak darbesiyle acı içinde yere kapaklandı. Kalan son haydut daha ne olduğunu anlamadan yanında biten genç kıza doğru hamle yapmak istese de iyi bir zamanlamayla bacağına atılan bir çelmeyle dengesini kaybetmesiyle boynuna dayanan soğuk bir bıçağı hissetti. Mika hızlı bir şekilde boynuna bıçak dayayarak etkisizleştirdiği adamı hızla sorguya çekmeye başladı. 

 

 

“Başkalarına haber verdiniz mi?” 

 

 

Adamın korkudan cevap verecek hali bile kalmamıştı. Mika adamı sorguya çekmeye çalışırken Lun ve Saki’de yere düşmüş iki adamın silahlarını alıp etkisiz hale getirdiler. Mika esir aldığı adamı zorlasa da ağzından bir kelime alamayınca Lun’un yardımıyla bayıltarak etkisiz hale getirdi. Ardından hepsini haydutların yanında getirdiği iple bağlayıp yamaca yasladılar. Bağlama işi bittikten sonra ilk konuşan Lun olmuştu. 

 

“Şimdiden gelmişler. Çok vaktimiz yok hızlı olmalıyız.” 

 

 

Hiç beklemeden yola koyulmak üzereydi ki Mika gitmesine engel oldu. 

 

 

“Bir dakika. Bak acele etmemiz gerektiğini anlıyorum ama bir planımız olmadan buradan kaçamayız.” 

 

 

“Başka şansımız mı var. Plan yapmaya vakit yok.” 

 

 

İkisi bunları tartışırken ormandan duydukları bir sesle oraya doğru döndüler. İlk başta başka haydutların geldiğini sansalar da yanılmıştılar. 

 

 

“Endişelenme sevgilim. Bu yeri birkaç gün önce keşfettim. Önceki gibi olmayacak. Burada bizi kimse bulamaz.” 

 

 

Ağaçların arasından genç bir çift onlara doğru gelmektedir. Erkek olan kadına fazlasıyla yakın durmaktadır ve yürürken ona bakmakta olduğundan ilerdeki manzarayı göremez. Lun, Mika ve Saki’yi yerde bağlı olan haydutlarla birlikte ilk fark eden kadın olmuştur. Karşılaştığı manzara karşısında yürümeyi kesince erkek te ileriye doğru bakar ve olanları görür.  

 

 

“Ehehehehe! Biz de tam geri dönüyorduk değil mi hayatım. Hiçbir şey görmedik.” 

 

 

İkili tam geri dönmek üzere harekete geçecekken Saki seslenir. 

 

 

“Hey siz ikiniz!” 

 

----------------------------------------------------------------- 


Köyün girişinde bulunan birkaç çadırdan oluşmuş kontrol noktasındaki çadırların en büyüğünün içinde Pael, haberci tarafından getirilen bir mektubu okumaktadır. Mektubu okurken yüzünün aldığı şekilden sinirlendiği bellidir. Mektubu sonuna kadar okuduktan sonra sinirle yırtar ve kenara fırlatır. 

 

 

“Ahhhhhh! Lanet olası şerefsiz.” 

 

Sonra bakışları hala içeride olan haberciye kayar.  

 

 

“Ne bekliyorsun? İşini yaptın, çıkabilirsin.” 

 

 

Haberci ikiletmeden dışarı çıkar ve Pael’i çadırda yalnız bırakır. 

Pael kafasını masaya dayayarak bir süre çaresizce durur. Ardından kafasını kaldırarak yerde parçalar halinde duran mektuba bakar. Mektup Pael’in bağlı olduğu kumandandan gelmiştir ve içeriği kısaca eğer bu işi eline gözüne bulaştırırsa rütbesinin tehlikede olduğuyla ilgilidir. Sinirlenmesinin nedeni de doğal olarak budur. Yıllardır çalışarak elde ettiği nüfuzu, uzun zamandır içerdeki bazı anlaşmazlıklar nedeniyle tehlikededir ve eğer bu görevi başaramazsa bunun bardağı taşıran son damla olmasından endişe etmektedir. 

 

 

Onun için sorun tabiki sadece rütbesi değildir. Rütbesi sayesinde iyi bir halde tutmayı başarabildiği köyüyle ilgili olacaklar onu daha da endişelenmektedir. Kuzgunların içindeki bir çok üst rütbelinin gözü Pael’in uzun zamandır tüm nüfuzuyla dokunmalarına engel olduğu, bu nispeten iyi durumda sayılabilecek köyün üzerindedir. Bu nedenle eğer Pael Yardımcı Kumandan rütbesini korumayı başaramazsa köyün geleceği hiç parlak görünmemektedir.  

 

 

Pael bu düşünceler içerisinde depresif bir şekilde masasında otururken çadırın girişindeki perdeler açılır ve içeriye Hiluluk girer. Pael, doktoru görmesiyle şaşırır ve üstüne başına çeki düzen verir.  

 

 

Hiluluk girişten Paael’in önüne kadar ilerledi ve masanın önünde durdu. 

 

 

“Çocuğun yerini biliyorum.” 

 

 

Pael duyduklarının heyecanıyla bir anda masasından fırladı. 

 

 

“Biliyor musun? Nerede?”  

 

 

“Sakin ol söyleyeceğim ama Mika’da onunla birlikte. Ona bir zar...” 

 

 

“Saçmalama Hiluluk. Mika’ya bir şey yapacağımdan mı endişe ediyorsun? Merak etme. Çocuk nerede onu söyle.” 

 

 

“Köyün arka tarafındaki yamaçlarda gizli bir mağara var tam yerini bilmiyorum ama çocuk oralarda bir yerde.” 

 

 

Pael hiç vakit kaybetmeden çadırın çıkışına doğru ilerledi. Çıkmadan önce arkasına dönerek hala masanın önünde dikilmekte olan Hiluluk’a baktı. 

 

 

“Doğru olanı yaptın doktor.” 

 

 

Çadırdan dışarı çıktı ve hızla atına atlayıp peşine birkaç adam takarak Hiluluk’un bahsettiği yöne doğru harekete geçti. Köy merkezini geçerek tepedeki eve doğru ilerledikleri sırada yolda bir haberciyle karşılaşırlar. Haberci köyün batı tarafında iki şüpheli kişinin görüldüğü haberini verince Pael’in aklına Mika’nın da çocukla olduğu gelir ve gurubu batıya doğru yönlendirir. Bir süre batı tarafını araştırdıklarında iki tane cübbeli figür keşfettiler. Pael atıyla iki figüre yetişti ve bu sayede etraflarını sarmayı başardılar.  

 

 

Kıstırdıkları iki kişiyi tutup yere çömelttiler. Pael yanlarına giderek birinin cübbesini kaldırdığında hiç beklemediği bir yüzle karşılaştı. Cübbenin altındaki kişi mezarlıktaki kulübede bastığı çocuktan başkası değildi. Bunun üzerine sinirle diğerinin cübbesini de kaldırınca gördüğü yüz alaycı bir ifadeyle dilini çıkarmış olan Saki’den başkası değildi? 

 

 

 

“Siz ikiniz. Ablan ve çocuk nerede?” 

 

 

“Siz bizi yakalamakla uğraşırken çoktan kaçmışlardır bile.” 

 

 

“Kaçtılar mı?” 

 

 

Pael’in sözleri arkadan gelen at sesiyle kesilir. Atın üstünde bir haydut vardır ve telaşlı görünmektedir. 

 

 

“Komutanım girişte kargaşa çıktı. Kuzgun kıyafetleri giymiş iki kişi kaçmaya çalışıyor.” 

 

 

Pael yeni gelen haberle birlikte nasıl bir tongaya düştüğünü anlayınca sinirden kudurmak üzere olsa da kendini kaybetmeyerek atına atladı ve tüm hızıyla köyün girişine doğru sürmeye başladı. 

 

 

Bu sırada köyün girişinde Mika’yla Lun bir gurup hayduta karşı kaçak dövüşmekle uğraşmaktadır. İşlerin buraya nasıl geldiğini kısaca özetleyecek olursak, Saki gelen iki genci durdurduktan sonra aklına gelen fikri anlatmaya başladı. Saki’nin planı basitti Lun ve Mika bağladıkları haydutların kıyafetleriyle kılık değiştirip doğudan gizlice gideceklerdi. Saki ve yeni gelen çocuksa başlarına cübbe geçirip batıdan dikkat çekerek ilerleyecek ve böylece Mika ve Lun’un işini kolaylaştıracaktı. 

 

Plandaki tek sıkıntı olan genci bu işe ikna etme sorunu onları ailelerine ispiyonlamakla tehdit etmekle hallolunca planı uygulamak için hiçbir engel kalmamıştı. Gerçekten de Mika’yla Lun Saki’lerin dikkati üzerine çekmeleri sayesinde rahatça girişe kadar doğudan ilerlemeyi başardılar ama girişteki denetlemeden maalesef kılık değiştirmeyle kaçamadılar ve son çareleri olarak yollarını dövüşerek açmaya karar verdiler.  

 

 

Sonuç olarak son durumda Lun dövüşürken haydutlardan birinin elinden aldığı mızrakla savaşırken Mika’ysa bıçaklarıyla Lun’a destek çıkıyordu. Ne kadar ikisi de bu eline silah geçirmiş çapulculardan daha yetenekli olsa da karşı tarafın sayısal üstünlüğü çok yüksek olduğundan böyle giderse kaybedecekleri bellidir. 

 

 

Dövüşün bir noktasında artık durumun umutsuz olduğunu fark eden Lun, Mika’ya seslendi.  

 

 

“Benimle gelmek istediğinden emin misin?” 

 

 

Mika savaşmakla uğraşırken hiç beklemediği soruya karşılık şaşırsa da duraksamadan devam etti. 

 

 

“Artık başka şansım mı var?” 

 

 

“Peki bana güveniyor musun?” 

 

 

Mika daha da şaşırtıcı olan bu soruyu duyunca Lun’a bir göz atmaktan kendini alı koyamadı. Gözlerini rakiplerinden çekip Lun’a çevirdiği o kısacık süredeyse Lun’un yüzündeki gülümsemeyi fark etmişti. 

 

 

“Başka şansım mı var?” 

 

 

Lun mızrağıyla ensesine vurarak önündeki rakibi devirdikten sonra “O halde kendini bana bırak.” diyerek tüm gücüyle Mika’ya doğru koşmaya başladı. Adımları o kadar sağlam ve güçlüydü ki araya biri girmeye çalışsa bile engel olamıyor Lun’a çarpıp yere yapışıyordu.  

 

Mika üzerine aşırı sert bir şekilde koşmakta olan Lun’dan biraz çekinsede dediğini yaparak kendini bıraktı ve Lun’un onu tutmasına izin verdi. Çok hızlı geldiği için canı yansada katlanamayacağı bir acı değildi. Lun, Mika’yı tutmasıyla birlikte mızrağını doğru bir açıyla yere saplayarak kazandığı momentumla birlikte sekiz on metre kadar ileriye fırladı. 

 

 

Eğer fırladığı yer herhangi bir yer olsaydı haydutlar açısından sıkıntı olmayabilirdi ama Lun’un atladığı yer dövüşün başından beri haydutların en çok koruduğu yer olan atların  bulunduğu bölgeden başka bir yer değildi. Lun ve Mika bölgeyi koruyan haydutların üzerinden geçerek atların yanına iniş yapmıştı. Mika nereye indiklerini görünce hemen bıçaklarıyla tüm atların iplerini kesti bu sırada Lun bir ata binip Mika’yı eliyle çekerek arkasına aldı ve kaçışan atların girişte bulunan adamları dağıtması sayesinde aralarından geçerek köyden uzaklara doğru sürmeye başladı.  

 

 

Haydutların bazıları atları sakinleştirip peşlerine düşmeye çalışırken bir kısmı oklar ve mızraklarla gitmelerine engel olmaya çalıştılar. Bu çabaları sonucunda oklardan biri atın bacağını sıyırarak yara vermeyi başarsa da onları yolun ilerisinde gözden kaybolana dek durdurmayı başaramadılar. 

 

 

Haydutlar Lun ve Mika’yı ellerinden kaçırdıktan birkaç dakika sonra köyün içinden atıyla gelmekte olan Pael, kampın halini görünce geç kaldığını anlayarak hiç durmadan ileriye doğru Mika ve Lun’un peşinden atını sürmeye devam etti. 










Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44796 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr