Bölüm 22 - Kabus

avatar
1299 15

Vampir Hükümdarı - Bölüm 22 - Kabus


Violet ve Yui atlı arabada diğerleriyle birlikte ilerlerken sohbetlerini sürdürmekteydiler.


“En son Kabus İmparatorluğu ile Ana Kıtanın dört imparatorluğu arasında bir barış imzalanmak üzereydi. Ne oldu da aniden saflarımız düştü?”


Ana kıta olarak, yaşadıkları bu kıtaya dört büyük imparatorluk hakimdi. İnsanların imparatorluğu, Humanum İmparatorluğu, Yüksek ve Gece Elflerinin hüküm sürdüğü Dryadalis, cücelerin ve orkların tuhaf bir şekilde bir arada yaşadığı Denge İmparatorluğu bu dört büyük imparatorluktu. imparatorluk arasında eskiden hep çıkar savaşı olurdu. Fakat bir gün Lanetli Topraklardan gelen işgalciler gelince, savaşmayı kestiler ve işgalcileri tamamen def edene kadar uzun bir ateşkesi imzaladılar.


Kabus İmparatorluğu, belki de Lanetli Topraklarda bilinen en acımasız imparatorluktu. Öyle ki acımasız ünleri Ana Kıtaya kadar gelmişti. Nüfusunun yüzde doksanı Kabus ırkı olan bu acımasız imparatorlukta sadece güce ve soya önem vardı. Eğer soyun zayıfsa ama güçlüysen, gücünle soyunun sıradanlığını telafi eder, yüksek makamlara ulaşabilirdin. Tabii acımasız olarak anılmalarının sebebi bu anlatılanların hiçbiri değildi.


Acımasız olarak biliniyorlardı. Çünkü başka ırklardan olan zeki ırklar, onların gözlerinde sadece besinlerden ibaretti. Öyle ki bazı zeki ırkları, hayvanlar gibi besiye çektikleri ve hayvanlardan hiçbir farkı olmayan bir şekilde yetiştirdikleri söylenir.


Böyle ırkçı bir imparatorluğun nasıl başardığı bilinmese de tüm dış güçleri bastırdığı ve bu sayede işgale başladığı düşünülüyordu.


Bu savaş yıllarca sürdü. İki tarafta bu savaşta oldukça yıpranmıştı. Kabus İmparatoru ani bir kararla barış teklif edince tüm imparatorluklar şaşkına dönmüştü. Yine de daha fazla devam ederlerse kaybedeklerini bildiklerinden barış teklifine anında atlamışlardı.


Fakat kim bilebilirdi bütün bunların aslında tuzak olduğunu?


“Buna Yıldırım saldırısı derler. Anlaşılan bu taktiği kullanacak kadar korkaklar.”


Violet iç geçirdi. Yıldırım saldırısı basit ve göreceli olarak aşağılık bir taktikti. Barış çağrısı ile tam askerler nispeten rahatlamak üzereyken hiç beklenmeyen bir saldırı yapılmış ve hazırlıksız olan tüm savunma bir anda çöküvermişti.


“Peki düşmanımız ne kadar kişiden oluşan bir ordu?”


“Elli bin süvari, yüz bin piyade ama esas sıkıntı ordu değil.”


“O zaman sorun ne?”


“Sorun bu orduya önderlik eden on kişilik bir süvari birliği.”


“Ne!?”


Violet şok oldu. Elli bin süvari ve yüz bin piyade sıkıntı olmuyorsa o zaman on kişiik bir süvari birliği…


“Yoksa…”


Yui onayladı.


“Aynen. Her biri Kaos Canavarı aleminde bir canavara biniyor ve sahipleri de en azından Aziz aleminde.”


Violet’in yüzünde karamsar bir ifade belirdi.


“...Bu görevin intihardan bir farkı yok.”


Yui bir kez daha onaylarken yüzünde pek bir ifade yoktu.


“Yapacak bir şey yok. Çocuklarımızın iyiliği için, istemesek de bu intihar görevine gitmek zorundayız.”


Violet'te istemese de aynı şekilde düşünürken içten bir şekilde dua etti. ‘Noah, oğlum... Yaratıcı umarım senin iyi bir hayat sürmeni sağlar.’


Duasının kabul olup olmadığını ise, eh, zaman gösterecekti.



Heron ve Akshay, Noah’ın vücudunda, tam gaz kaçarken tek bacakla hareketleri oldukça kısıtlanmıştı. Noah’ın yüzünde karamsar bir ifade belirmişti. Akshay endişeli bir şekilde kükredi.


“Daha fazla zorlarsak vücut iyice kullanılmaz hale gelecek!”


Akshay’ın uyarısına Heron sert bir sesle yanıtladı.


“Biliyorum!”


Konuşmaları tek kişiden çıktığından daha çok çoklu kişilik bozukluğuna sahip birisiymiş gibi gözüküyordu. Elbette iki seçkin kişilikte bunu umursayacak durumda değildiler. Arkalarından iki Bilge Alemine mensup Yaşlı gelirken kaçmaları oldukça zordu. Hele vücudun kendine aşırı yük bindirmesi de devreye girince…


Ellerindeki seçenekler oldukça sınırlıydı.


“Hey, Vampir Dönüşümü kullanabilir mi bu vücut?”


Noah’ın kafası iki yana sallandı.


“Hayır. Soyu yeteri kadar saf değil.”


“Peki, kan bükmesini yapabilir mi?”


Kan bükmesi, vampirlerin kullandığı has tekniklerdendi. Rakibin kanlarını onları kontrol etmek için kullanırlardı. Tabii bu tekniği bilen kişiler bu diyar da bir elin parmağını bile geçmezdi.


Noah’ın mevcut gücünü, vücudun durumunu hesaba katan Heron bir kez daha reddetti.


“Hayır.”


Akshay pes etmiş bir tonla konuştu.


“O zaman tek seçeneğimiz…”


İkisi de eş zamanlı olarak iç geçirdi. Yapacakları başka seçenek kalmamıştı.


“Çocuk, tüm bunlar olurken bizi duyduğunu biliyoruz. Elimizden gelenler sınırlı. Yardımın lazım.”


Hiç yanıt gelmedi. Konuşmayı Akshay devraldı.


“Biliyorum evlat. Canının yandığını biliyorum. Ama unutmamalısın. Yaşamak, acı çekmektir. Hayatta kalmak ise, bu acıda bir anlam bulmaktır. Bu yüzden hayatta kalmalısın evlat. Sonrasında yapacaklarını düşünebilirsin. Şimdi yardım et bize.”


Kısa bir sessizlik oluştu. O sırada tek vücuda hakim olan bu  iki varlık, tek bacağı ve kandan oluşan -sürekli azalmakta olan- kütleyle kaçmaya çalışıyordu.


Kısa sessizliğin sonunda cehennemin yedi kat derinliğinden gelmiş gibi, ölü bir sesten yanıt geldi.


[...Ne… Ne yapmamı... istiyorsunuz...?] (Noah)


“Vücudun yönetimini anlık olarak ele geçirmeni istiyoruz. Sonrasında bizi kurtaracak şey uyanacak.”


Noah yanıt vermedi. Bunun yerine bir soru sordu.


[Neden benim hayatta kalmam için uğraşıyorsunuz?] (Noah)


Akshay ve Heron yanıt verme şansı bile bulamadan sistemden yanıt geldi.


[Kullanıcı bunu bilmeye henüz hazır değil.]


Sistemin soğuk sesi üçünü de anlık olarak titretti. Bunun sonucunda kasten olmasa da Noah, vücudun yönetimini ele aldı.


“AHHHH~!”


Hemen ardından ise acıyla kükrerken Noah vücudun kontrolünü içten bir şekilde almamayı diledi. Aldığı psikolojik darbeler bir yana, vücudunda gerek ağır yaralanmanın getirdiği acılar, gerekse yasak tekniğin kullanımından gelen zorlanmanın verdiği acıyı tek seferde hissetti.


Bu ani yoğun acı gözlerinin keskin bir öfkeyle bürünmesine sebep oldu. Sonrasında ise Akshay ve Heron’un beklediği şey gerçekleşti.


Noah zorla kan kütlesini durdurdu. Aurası önceden kan kızılıyken, kızıl aurası, yerini habislik yayan beyaz bir auraya bıraktı. Vücudundaki tüm yaralarla beyaz aura bir şekilde etkileşime geçip, daha da güçleniyordu. Aura güçlendikçe, Noah’ın saçlarının renginin tonu birkaç ton değişti. Siyahtan, koyu gri tonlarına kadar grileşirken, gözleri, canavarı andıran kızıl gözlerken, altuni bir ışıltıya parlamaya başladı. Arkasından gelen Bilge Alemi Yaşlıları bu auranın hissettirdiği uğursuz hisle dona kaldı.


“Bu aura…?”


Kadın Yaşlı anlamlandıramasa da öncekinden bin, hayır milyonlarca kat korkutucu bir his hissetti. Bu hissi tanımlamak güçtü. Önceden karşısındaki ölümcül bir canavar iken, şimdi tamamen onun doğal avcısı gibiydi.


Diğer Yaşlı ise bu hissi daha önce hissetmiş gibiydi.


“S-sen… Olamazsın! Doğmadan önce mühürlenmişti! İmkansız! İmkansız! Mümkün değil!”


Normalde sakin olan toprak elementi kullanıcısı Yaşlı, şimdi adeta korkudan aklını kaçırmış gibiydi.


“Ölmeli! Ne olursa olsun! Ne olursa olsun ölmeli!”


Topraktan dev dikenler, Noah’ın etrafında çıktı. Fakat o pek bu dikenleri umursamadı. Sadece sessizce toprak ve rüzgar kullanıcısı olan Yaşlılara döndü.


Yüzünde en derin kabuslarından fırlamış gibi korkutucu bir gülümseme vardı.



“Sence o da orada olur mu Yui?”


Kimden bahsettiğini anlayan Yui iç geçirdi.


“O olaydan beri görüşmediniz, değil mi?”


Violet onaylarken özlemle dolu bir iç geçirdi. Gözlerinde parlayan yoğun özlem ve endişeyi gizlemesi oldukça zordu. Gerçi o pek de gizleme gereği duymasa da…


“Acaba hala hayatta mıdır?”


Sesinde endişe olsa da garip bir şekilde yaşayacağına dair büyük bir güveni vardı.


“Muhtemelen iyidir. Ne de olsa o bir Kabus Asili öyle değil mi?”


Violet onaylasa da içinde ki özlem duygusu hiç bir şekilde geçmemişti. Fakat hissettiğine kıyasla tam tersi bir şekilde,


“Umarım savaşta karşılaşmayız.” dedi.



“Bu bir Kabus üyesi!”


Yaşlının dediğini duyan Kadın Yaşlının gözleri küçüldü. İlk düşüncesi kaçmak olsa da kaçma fırsatı dahi bulamadan donakaldı.


Ruh delici bir çift göz ona bakıyordu. Kadın birden bire kendini kışın ortasında çırılçıplak gibi hissetti. Soğuk kemiklerine kadar nüfuz ediyordu ve onu titretiyordu.


Benzer hisleri toprak kullanan Yaşlı da hissetti. Karşılarında ölümün ta kendisi varmış gibiydi!


Noah ise o sırada onlara sadece gülümseyerek bakıyordu. Gülümsemesinde, keder, öfke, hüzün, öldürme isteği ve daha sayılamayacak kadar duygular vardı. İşte bu bir Kabus’un kaderiydi!


Ne hissederlerse hissetsinler gülümserlerdi! Bu yüzden onların bir diğer adı ölüme gülümseyenlerdi!


Noah, ellerini havaya kaldırdı ve tamamen içgüdüsel bir şekilde, ağzını genişçe açtı. Beyaz aura ağzına doluşurken en sonunda kükredi.


“RUH EMİŞİ!”


Gözlerindeki altuni parıltı kuvvetlenirken iki Yaşlı mücadele etmeye çalıştı. Kaçmak için çabaladılar.


Toprak kullanıcısı nispeten akıllıydı. Etkiden kurtulmak için en basit yöntemi kullandı. Gözlerini kapayıp, dilini ısırdı.


“Mm~!”


Ne yazık ki kadın yaşlı bu toprak kullanıcısı kadar akıllı değildi. Tarifsiz bir acı vücudunun her yerini kaplarken, Noah’a saldırdı. Gözleri dönmüştü. Etrafında rüzgardan dalgalar oluştu ve hepsi Noah’a hücum etti.


Noah ise bunu beklediğinden, ağzındaki beyaz aura kuvvetlenirken gülümsemesi vahşi bir biçimde genişledi.


Gözü dönmüş Yaşlı farkında olmadan Noah’ı sabitleyen tüm toprak dikenleri imha etti. Noah da bunu beklediğinden direkt yaşlıya tek ayağıyla sıçradı.


Sonra adeta zaman yavaşlamış gibiydi. Noah’ın ağzındaki beyaz aura, dokunaçları olan bir canavar gibi kadının vücudunu sarmaladı. Sonrasında sessizce kayboldu. Fakat hemen ardından Yaşlı kadının ağzından bir küre çıktı ve anında o küre Noah tarafından yutuldu.


Sonrasında ise Bilge aleminde olan güçleriyle övünebilecek bir Yaşlı ruhsuz bir şekilde yere çakıldı.


Noah ise yuttuğu beyaz küre sayesinde kendini biraz da olsa yenilemiş gibiydi. Teni biraz daha solgun gibi gözükse de duygusuz bakışları canlı olduğunu ifade eden yaşam alevleriyle doluydu.


Toprak Kullanıcısı gözlerini kırpıştırarak araladığında ise tahminin doğru olduğunu anlamıştı. Bir kez bile arkasına bakmadan Tarikata doğru geri dönmek için kaçtı.


Noah mı yoksa vücudundaki başka biri mi bilinmez, bir şekilde vücut iç geçirdi. İç çekişini takiben beyaz aura sessizce içine geri çekilirken, gözleri eski ürpertici kızıl rengine döndü. Fakat saçlarının rengi değişmedi.


Noah’ın ise bunun ardından öz bilinci kapandı ve yönetimi bir süre daha diğer bilinçler aldı.


Aradan saatler geçti.


Güzel iki kız ormanda yürüyordu. Turkuaz rengi saçları rüzgarda dalgalanırken eski püskü kıyafetleri olmasına rağmen güzelliği o kıyafetlere bile ayrı bir güzellik katıyordu. Lapis gözleri içtenlikle doluyken yanındaki hizmetçi kıyafeti olan kahverengi saçlı kıza gülümsedi.


“Ne kadarda güzel bir hava değil mi?”


Hizmetçi kıyafeti giymiş kızın ela gözleri gökyüzüne bakarken kıyafetinin altındaki üç akrep kuyruğu garip bir ahenkle sallandı.


“Evet hanımım. Hava gerçekten de oldukça güzel.”


Turkuaz saçlı kız kızmış bir ifadeyle ona baktı.


“Bana ismimle hitap etmeni daha kaç defa söylemem gerek Scorpy?”


Scorpy diye hitap edilen kızın yüzü kızardı. Bu hitapla ilgili utanç verici anıları vardı anlaşılan.


YN: ( ͡° ͜ʖ ͡°)


“Özür dilerim ha- Lunette.”


Küçük Ay ismini hak edermiş gibi gözleri gece parlayan ayın ışıltısına benzer bir şekilde parlarken gururla göğsünü şişirdi.


“Heh, işte böyle Alicia.”


Alicia kızarırken, üç akrep kuyruğu, köpek kuyruğuna benzer bir şekilde hızla sallandı. Garip bir şekilde hiç biri diğeriyle de çarpışmadı.


Lunette’nin günlük rutini gibiydi yürümek. Her gün ormanda dolaşır, şanslıysa şifalı bitkiler bulur, köyüne dönerdi. Bazı zamanlar hasta canlılarla karşılaşır, onlara yardım ederdi. Elbette kimin iyi, kimi kötü olduğunu ayırt edebiliyordu. Kötü niyeti olan birisini hissettiğinde, anında o insan tiplerini görmezden geliyordu.


Fakat bu çok ender olurdu.


Her neyse bunların şimdilik bir önemi yoktu. Kuşlar cıvıldıyordu. Önlerinden bir tilki geçti yürürlerken. Sonrasında ise beyaz bir tavşanla karşılaştılar.


“Çok şirin.” diye konuştu Lunette. Alicia aynı şekilde onayladı. Hava oldukça güzeldi. İnsana garip bir ferahlık veriyordu.


İkili yürürken sohbet etmeyi de eksik etmiyordu tabii ki.


“Ne kadar bu yolda yürüsemde manzaraya doyamıyorum.”


“Alt tarafı bir doğa manzarası değil mi?”


Lunette gülümsedi.


“Senin bakış açına göre alt tarafı bir doğa. Fakat benim gözümde, gezegende ne kadar fazla ve çeşitli canlıların olduğunu hatırlatan bir tablo. Mesela önümüzden geçen Çiçek Çalan Tilki. Belki hayatta kalamayacak kovaladığı şey yüzünden. Fakat sonuçta kendi hayatının farkında ve hayatını sonuna kadar yaşıyor.”


Alicia düşünceler içine girdi. Fakat demek istediğini düşündükçe başına ağrılar girmeye başladığını hissedince düşünmeyi kesti.


“Düşüncelerin çok engin Lunette.”


“Merak etme Alicia. Eğer doğaya odaklanırsan sende benim gördüğümü görebilirsin. Ama...”


Birden ona döndü. Ne olacağına dair kötü bir önseziye kapıldı Alicia. Fakat çok geçti.


“Kyaa! Hanımım, Lunette dur, dur, orası olmaz! Hahaha! Hayır, hayır! Kyaa~!”


“Hahahaha!”


Kahkahalar havada uçuşurken Lunette hunharca Alicia gıdıklarken oldukça mutluydu. Kısa bir süre defansif modda kaldı Alicia. Fakat sonra aniden o da gıdıklamaya başladı.


“Hey, hey, ne yapıyor- Kyaa!”


“Hahaha!”


“Haha! Görürsün sen!”


Şakalaşmalarıyla birlikte ortam oldukça huzurlu sayılabilirdi. Ta ki…


“Ahhh~!”


İnleme sesi dört bir yanı sardı.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr