Şehrin merkezindeki sarayın tam karşısında bulunan, gök yüzündeki bulutları yarıp geçecek bir yüksekliğe sahip, bembeyaz olan kulenin onlarca giriş kapılarının birisinden geçince ileride bulunan arada cam bariyerin bulunduğu masalarda oturan dört görevli bulunuyordu.
Katın tam ortasındaki asansöreyse binen birkaç hayvan kulaklı yarı insan ve bir tane kırmızı tenli, kaslı, başı hafif öne doğru eğilmiş, iki ayağı üzerinde duran yarı insan yarı boğa benzeri bir yaratık gördü.
İnsan dışı varlıkların yanlarından geçip görevlilerden birinin karşısına dikildiğinde görevli kendisine şaşkın bakışlarla bakarken, “Ne istemiştiniz?” diye sordu.
“Ben… zindana girmek istiyorum. Ne yapmam gerekiyor?”
Görevli hemen masasından bir kâğıtla kalem çıkartıp işaret parmağıyla göstererek, “Lütfen şurayı işaretleyin,” dedi.
Alex, imzayı attı ve kendisinden tüm parasının verilmesi istendi.
“Merak etmeyin. Özel eşyalarınızı size ait kasalarda saklıyoruz. Lütfen şu kâğıda da ne kadar parayı teslim ettiğinizi yazıp imzalayın.”
Alex talimatları eksiksiz yerine getirince kendisine kahverengi bir bileklik verildi.
“Eğer geri dönmek isterseniz bu bilekliğe söyleyin o size yolu gösterir. Ayrıca rengi seviyenizi belli eder.”
“Teşekkürler.”
Alex doğruca daha demin gördüğü yarı insanlar ve minotorun bulunduğu sıraya geçti. Birkaç dakikanın sonunda kapı açıldı ve asansöre adımını attığında kendisini kuşların öttüğü, Güneş’in yaprakları parlattığı, çayırların ve bir nehrin kenarına inşa edilmiş ufak bir kasaba da buldu. Yarı insanlar sakin adımlarla kasabaya doğru ilerlerken monotor tam tersi istikamette ilerleyerek yakında bulunan mağaraya girdi.
Alex ayrılan iki grup arasında kalınca bir önüne bir de arkasına bakıp yarı insanların peşine takıldı.
“Pardon. Bir bakar mısınız? Zindan da avlanan yaratıklar nerede acaba?”
Yarı insanlardan; tilki kulaklı, baygın bakışlı, çilli suratlı bir genç gözlerinin içine bakıp, “Bir sonraki katta,” dedi. “Burada sadece birkaç kasaba ve bir cüce şehri var.”
“Cüce şehri?.. O Nerede?”
Genç yarı insan oflayarak, “Bizi takip et,” dedi. “Çok soru sorma.”
Alex, gencin sözlerini umursamayıp yarı insanlarla beraber kasabaya girdi fakat kuşkucu bakışların sürekli üzerinde olduğunu net bir şekilde hissediyordu. Neyse ki, çok geçmeden sol tarafında kalan çeşit çeşit kâğıt parçalarının asılı olduğu tahtanın görev tahtası olduğunu anladı ve hemen göz gezdirip bir kâğıdı yerinden kopardı.
– Köz Kabukları Yen –
“Peki nereye gideceğim? Bunlara sorsam mı? Belki… şu kolye biliyordur.”
Kolyeyi ağzına doğru yaklaştırdı.
“Kolye. Bu aldığım görev nerede?”
Kolyeden hiçbir cevap gelmedi.
“Kâğıdı yırt.”
Hemen bakışlarını sesin geldiği yöne çevirdiğinde yanaklarında iki kırmızı şerit boya sürülmüş, iri yapılı, gümüş saçlı, yeşil kedi gözlere sahip, kedi kulağıyla kuyruğu olan; sırtında uzun bir kılıç taşıyan, siyah deri ceketli, siyah yarım parmak eldiven takan yarı insanı gördü.
“Sağ ol.”
Kâğıdı yırttı ve aniden dünyası ince şeritlere ayrılıp tekrardan birleştiğinde kendisini Güneş’in derisini yaktığı, uçsuz bucaksız çölün bir köşesinde dikili dururken buldu.
Alex, yırttığı kâğıdın nasıl ufalanarak havaya karıştığını izlerken etrafındaki kumda ufak ufak tepecikleri oluşmaya ve oluşan tepecikler hareket etmeye başladı.
Alex, hemen kılıcını kınından çekip iki eliyle yakaladı ve kılıcın ucunu yere doğru tutarken kendisini bir kum tepesinin yukarılarına doğru çekmeye çalışıyordu. Yerin altından hareket eden canlılardan biri cırlayarak üstüne atlayınca kılıcını yaratığın boynuna indirdi ama taşlı derisinden seken kılıcıyla beraber bedeni geriye düşüp yaratığın yüzlerce ince ince sıralanmış dişleri arasında akan yeşil sıvıyı gördü. Ama sandığı gibi yaratık üstüne kusmaktansa akrep kuyruğunu adamın böğrüne savurdu.
Alex son anda kılıcıyla saldırıyı engellese de sekiz eklem bacağa sahip yaratık adımlarıyla delikanlıya yaklaşıp ağırlığını iğnesine veriyordu. Fakat Alex’in gözüne üstüne çıkan yaratık dışında beliren sağ tarafındaki Köz Kabuk ilişti.
“Lanet…”
Dişlerini sıkarak hırlamaya ve kaslarındaki tüm gücü kolları patlayacakmış gibi hissetmesine rağmen açığa çıkararak kılıcını yukarıya doğru itip yaratığın yumuşak karnına tekme indirdi.
Köz Kabuk, acıyla ciyaklayarak araya mesafe koymak isteyince hemen doğrulup yaratığın altına girdi ve kılıcını saplayıp karnını boylu boyunca yardı.
Köz Kabuk’un yarılan karnından fışkıran koyu yeşil kanla birlikte rahata ererken gözlerinin dibinde bir başka Köz Kabuk’un ağzının içini gördü ve kendisine kâğıdı yırtmasını söyleyen yarı insanın gözlerinin içine bakıyordu.
Yarı insan kollarını göğsünde birleştirmiş öylece dururken, “Ne oldu?” diye sordu. “Çok mu zordu?”
Alex boştaki elini yüzünün üstüne koyup hiçbir zararın gelmediğine kanaat edince, “Yok bir şey,” dedi. “Sadece bilmediğim düşmanlara karşı savaşmanın nasıl bir his olduğunu unutmuşum.”
“Buna benzer farklı deneyimlerin varmış gibi konuşuyorsun?”
Alex’in başından aşağıya kaynar sular dökülmüştü. Geldiği yer hakkında bahsetmemesi gerekirken geçmiş deneyimleri hakkında söz etmiş, boş boğazlığı yüzünden ileride kendisine yöneltilebilecek sıkıntı soruların başını ne denli ağrıtacağı aklına gelmemişti.
“Neyse.”
Elindeki mor renkli dörtgen taşı gördüğünde, “Bu…” diyebildi.
“Büyü taşı. Bunu takas yoluyla dışarıda kullanabileceğin paraya dönüştürebilirsin.”
Alex, “Peki ne kadar eder?” diye sordu.
Yarı insan omzunu silkip, “Bilmem,” dedi. “Belki on gümüş.”
Alex başka bir soru sormaya yeltenecekken yarı insan kâğıtlardan birini alıp çoktan koparmıştı ve bir başına görevlerle yalnız kalınca kalan görevleri inceledi.
“Tini Kurdu, Uji Sarmaşıkları, Salz Nehri ve Niyan Labirenti”
Her bir görev kendisinden beter ve anlaşılmaz isimlere sahipti ancak kâğıtların alt kısımlarında öldürülmek istenen yaratığın bazı bilgileri yer alıyordu ve bunlara göre hakkında en çok bilgi Tini Kurdu’na aitti.
“Sadece geceleri görünür. Yalnız avlanan ve şekil değiştirme yeteneği olan yaratığın en çok avladığı canlılar insan ve insansı canlılardır. Kurdun zekâsı normal bir insanınkine eşit olduğu düşünülüyor.”
Alex diğer görevlerin, karmaşık, çok emek gerektiren ve fazlaca bilgi gerektirdiğini düşündüğü görevler olduğu için es geçip kâğıdı aldı, yırttı. Gideceği yeni yerde nelerle karşılaşacağını bilmediği için bir eli sürekli kılıcının üstündeydi ama hiçbir yere ışınlanmadı. Yaklaşık yarım dakika geçince etrafına yavaşça bakıp yutkundu.
“Görev yerin sanırım burası.”
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..