"Geceye kadar boş durarak beklemektense kasabayı etraflıca gezmekte yarar var. Belki bir ipucu falan bulurum.”
Alex, tüm gününü kasabanın etrafını gezip gözüne takılacak farklı bir şeyler aradı ancak kasaba ve içindekiler o kadar sakin o kadar sıradandı ki, garip olan hiçbir şey yoktu. Herkes tarlaya gidiyor, akşam olunca da dönüyorlardı. Etraftan duyduğu kadarıyla da haftada bir gelen tüccarlara ürünlerini satıp karşılığında kimi zaman para kimi zamansa silah, yiyecek, tohum gibi eşyalarla takas edildiğini öğrendi.
Hava kararıp, yaşam kasabada tamamen durduğunda kılıcının önünde tutan delikanlı bakışlarını geniş patika yolun sonundaki ormana sabitlemişti. Tatlı tatlı esen rüzgâr gömleğini göğsüne bastırıp, yakalarını sallarken karanlıkta beliren bir çift göz dikkatini çekti.
Kılıcını sakin bir bilek hareketiyle kaldırıp omzunun üstüne dayadı ve çift gözün sahibinin arasından salyalar akan beyaz dişlerini gördüğünde kurdun arkasında iki ufak kırmızı göz de belirdi.
Ancak yaklaşık otuz metre ileride olan yaklaşık çenesinin yerden yüksekliği beş metre olan kurdun gözleri kadar büyük değildi.
“Yavruları mı var?” diye içinden geçirdi.
Kurt, burnundan soluyup ağır adımlarla gözüne kestirdiği Alex’e yakınlaşmaya devam ederken iki kırmızı göz de ay ışığına çıkıp kendilerini gösterdi.
Alex gözlerini fal taşı gibi açıp, “Bu…” diye mırıldandı. “Bunlar… yarı insan değil mi?”
“Aynen öyle.”
Hemen sol tarafına göz ucuyla baktığında bu sabah kendisine akıl veren yarı insanın büyük kara kılıcını yere saplamış halde yanında dururken görene kadar onun varlığını hissedememişti bile.
“Bu yaratık neyin nesi?”
“Çok önemli bir şey değil. Sadece daha önceden avladığı avlarının şekline bürüne biliyor. Eğer fark ettiysen o iki yarı insanın kuyrukları kurdun kuyruğuna ince bir kordonla bağlı. Eğer o kordonu kesersen hiçbir şey olmaz. Bu yüzden direkt kurdu öldürmeye odaklan.”
Kurt yaklaşmaya devam ediyordu.
“Yalnız birisine iki kişi saldırmak sence ne kadar onurlu bir davranış? Sen geride dur. Bunu ben hallederim.”
Yarı insan ukalâ bir gülümsemeyle, “Onur?” diye tekrarladı. “Kendini aziz falan mı sanıyorsun insan?”
Kurt hafifçe öne doğru eğilip ağırlığını iyice bacaklarına vererek yakınlaşmaya devam ediyordu.
“Benim bir adım var! Ben Alex. Böyle saçma lakaplar takma bana.”
Yarı insan, karşısındaki insanın öfkesine bir anlam yüklemeye çalışmayıp omuz silkerek duruma ayak uydurmakla yetindi.
“Ben de Win.”
“Memnun oldum Win.”
“Ben de…”
Kurt avlarına yeterince sokulunca ilerlemeyi bırakıp tamamen yere uzandı ve bedenini karanlık bir enerjiyle kaplayarak gözden kayboldu. Ama yarı insanlar bağlı oldukları kordon haricinde hâlâ görünüyorlardı.
“Bu şimdi ne yaptı?”
“Sorsan görünmez olup bizlere yarı insan kuklalarıyla saldıracak. Ama bu haldeyken hareket edemiyorlar.”
Alex kaşlarını hafifçe çatıp önce üstüne gelen yarı insanın önce öne doğru eğilerek bacaklarını keserek dirseğini yarı insanın suratına geçirdi. Ardından göğsünde tekme patlatıp yere serecekken yarı insan havalanarak yükseldi.
“Unutma. Bunlar sadece bir kukla. Onları öldürmenin bir yolu yok.”
Alex, Win’e göz ucuyla baktığında onunda kuklayı param parça ettiğini gördü. Öyle ki, yarı insanın sadece kafasından boynuna kadar olan kısmı kalmıştı.
“Amacım kurdu öldürmek değil. Silahlarını elinden alıp daha fazla büyü kullanmasını sağlamak.”
“Neden? Çakranı mı açmaya çalışıyorsun?”
Kurt, aniden ileriye atılarak üstüne gelince hemen eğilip kılıcını kurdun çenesinin altından geçirdi ama hayvanın süratine dayanamayarak onunla beraber öne doğru sırt üstü yığıldı.
Kurt, ayağa kalkmaya çalışırken Alex kılıcını geri çekti ve
yüzüne doğru gelen pençeyi kılıcıyla engelleyerek metrelerce geri savruldu.
Yerde top gibi birkaç tur yuvarlandıktan sonra nihayet parmaklarını toprağa
saplayıp kılıcından da destek alarak durmayı başardı.
Hemen ayak parmak uçlarıyla toprağı kavrayıp ayağa kalktı ve kurdun üstüne
doğru koşarken yaratık kuyruklarının ucunu sivrilterek kendisine savurdu.
İlki direkt yüzünün ortasına doğru geliyordu, başını öne doğru eğip rahatlıkla kaçındı. İkincisi yerden diz kapaklarına doğru gelince bacaklarını ikiye ayırıp kılıcını yere saplayarak ağırlığını kılıcına verdi ve öne doğru bir takla attı.
Ama sağ ve soldan iki kuyruk daha gelince nefesini tutup sağ ayağını hafifçe öne doğru uzatıp bedenini saat yönünün tersinde döndürürken kılıcıyla solundan gelen kuyruğun altına bastırıp yönünü saptırdı ve kendisi zıt yönden gelen diğer kuyruktan kaçınmış, kurtsa ne olduğunu anlayamadan böğrüne kendi kuyruğu saplanmıştı.
Tini Kurdu, yalpalayarak devrilirken hayvanın gözlerindeki şaşkınlık rahatlıkla okunabiliyordu.
“Sen… soylu bir aileden mi geliyorsun?”
Alex kendisine yöneltilen bu ani soru karşısında ilgisiz kalıp sadece, “Hayır,” demekle yetindi.
Kurdun cesedi toz zerrelerine ayrılırken geriye kalan büyü taşını bilekliği emdiği sıradan yarı insana, “Daha fazla büyü nerelerde vardır?” diye sordu.
“Tabii ki de en az canlının olduğu yerde. Sonuçta burası kapalı bir alan. Oksijen gibi düşün. Ne kadar az canlı varsa o katta o kadar çok büyü bulunur.”
“Daha üst katlara nasıl çıkabilirim?”
“Her beş katta bir özel sınavı geçmen veya ücreti ödemen gerekir. O yere kadarsa sadece her canlı türünden beş tanesini öldürmen yeterli.”
Alex göz kapaklarında hissettiği ağırlıkla harmanlanan baş ağrısı yüzünden esnerken eliyle ağzını kapattı.
“Buralarda yatacak bir yer var mı?”
Win, “Yabancılar için bir motelimiz yok,” dedi. “Ama istersen ufak bir iyilik karşılığında bende bir gece kalabilirsin.”
“Ne istiyorsun?”
Win, sağ avuç içindeki iç içe geçmiş kırmızı çemberleri Alex’in görebileceği şekilde tutarak, “Odax Mührü üzerine yemin et,” dedi. “Beşinci kattaki özel sınavı geçmemi sağlayacaksın.”
Alex hiç düşünmeden yarı insanın elini tutup adamın gözlerinin içine baktı.
“Yemin ediyorum. Beşinci kattaki özel sınavı geçmeni kesinlikle sağlayacağım.”
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..