Bölüm 3: Pamuk Prens Altair (2)

avatar
1157 28

Yüce Büyü Hükümdarı - Bölüm 3: Pamuk Prens Altair (2)



Not: Bu bölümde çok fazla olmasa da küfür vardır. Küfür sevmeyen çıkabilir çünkü geçseniz bir bok olmayacak. Önemli bir bölüm çünkü...


İyi okumalar...


...


Zaman yavaş yavaş geçti ve Altair yavaşça büyüdü. Hergün yaptığı tek aktivite odasında durup kitap okumaktı. Okuma hızı giderek hızlandıkça günlük beş kitap bitirdi. 


Bir yıl boyunca tam tamına 1500 kitap bitirdi. Ardından sadece kitaplarla kalmak istemedi. Her gün düzenli olarak ağır antrenmanlar yaptı ve vücudunu güçlendirdi. 


5 yaşında kolayca yirmi kiloluk bir kılıcı savurabiliyordu. Günlük en az bin kere kılıcı savurdu. Tüm bunları yaparken kendi teorilerini üretiyor. Japonca ya da İngilizce olarak yazıyordu. Hatta önemli yerleri üç dili karıştırarak yazıyordu. 


Zaman yavaş bir şekilde akmaya devam etti. Altair Büyü Teknisyenliğine merak saldı. Onlar hakkında kitaplar okudu ve araştırmalar yaptı.  Hill'in ayağına kapanması gerekse dahi kendisine deney için malzeme getirtmişti. 


Simyagerlik ve Demircilik çalışmak istese bile bunun için zamanı yoktu. 


Altair önünde ki kılıcın üstünde ki yazıları inceliyor. Dili çeviriyor ve anlamaya çalışıyordu. Masasının sağında büyük bir not defteri, mürekkep ve kuş tüylü kalemle yazılmış Türkçe, İngilizce ve Japonca yazılar vardı. 


"Bir dahaki sefere Hill'den Antik diller için kitap istemeliyim. Çoktan 8 yaşındayım ama hala saraydan dışarı çıkamadım.  Yaşıtlarımın çoğu mana çekirdeklerini oluşturmuş, Kraliyet akademisine gitmişlerdir. Ah... Umarım bu gözler bir işe yarar." 


Kıtanın ortak dili Yunanca ve Latinceye benziyordu. Hatta Altair Çince'ye benzer yazılar dahi görmüştü. Bu onun içine korku salmıştı. Çünkü benzerlik oldukça fazlaydı. Bu kıtaya gelen tek Dünya'lı kendisi olmayabilirdi. Bu onun kimliğinin açığa çıkmaması için önemliydi. Eğer öyle bir şey sızarsa, boyutlar arası geçiş için kendisi avlarlardı. Dünya'da kıtlığı çekilmeyen tek şey kötü adamlardı. 


"Üzerinde ki yazılar Antik Şeytan diline benzese de, Elflerin kutsal yazıtlarında ki kelimelere de benziyor. Büyük ihtimalle zindandan çıkmış bir kılıçtır bu.."


"Ayrıca kılıç Günışığı demirinden yapılmış. Yani bu doğu bölgesinde yapıldığını ya da orayla bağlantısı olduğunu gösteriyor. Eğer ateş nitelikli bir savaşçı bu kılıcı kullanırsa gücünde %10'luk bir artış olur. Ancak bu sadece acemiler için geçerli." 


"İçinde bir formasyon göremiyorum ama kalitesi yüksek olmadığından dolayı yoktur diye tahmin ediyorum." sol elinde büyüteç benzeri bir aletle kılıcı incelerken, diğer eliyle Türkçe kelimelerle not alıyordu. 


"En düşük seviyeli bir büyülü kılıç. Değeri maksimum yüz altındır. Çöp." Altair kılıcı tanıdıkça sinirlenmişti. Üzerinde ki kelimeler tamamen safsatadan ibaretti. Büyük ihtimalle sahte bir hazineydi. Kılıcı kenara fırlattı ve kapının girişinde ki sandıktan başka bir hazine çıkardı. Masanın üzerine koydu ve sakince incelemeye koyuldu. 


"Bir koruyucu tılsım. Hangi dil olduğunu bilmiyorum ama üzerinde ki Çince'ye benziyor. Ona şimdilik Çince diyelim.." hızlıca yanında ki not defterine not aldı ve devam etti. "İnsan kanı değil de, büyülü canavar kanıyla yazılmış. Büyük ihtimalle güçsüz bir tılsımdır. En fazla acemi büyücülerin büyüsünden korur. İçinde herhangi bir formasyon yok. Çöp." Altair hala bu işte acemiydi. Bunun sebebi yeteneksiz olması değildi. Deneyimsiz olmasının etkisini katlayan fakirliğiydi. Tılsımı bir kenara fırlattı ve tekrardan sandıktan bir hazine çıkardı. Bu sefer üzerinde zümrüt gibi yeşil bir taş bulunan büyü asasıydı. Altair güzel bir şey bulduğunu düşündüğü için heyecanlandı ve hemen incelemeye başladı.


"Ho... Bu sefer güzel bir şey buldum. Yaprak Elmasının desteklediği, Gümüş Sedir asası. Rüzgar ve ışık büyülerini daha hızlı iletir. Güzel uyum ancak malzemelerin kalitesi çok iyi değil. Bu yüzden hızlıca bozulabilir. En fazla kalfa seviyedekilere dayanır. Daha fazlası taşı çatlatır ve patlamasına neden olur. İçinde çok küçük bir büyü dizisi var. Sanırım.. büyüyü daha hızlı yapmaları için kolaylık sağlıyor. Değeri en fazla 1000 altındır. Onun nedeni de Yaprak Elması ve Gümüş Sedir ağacının dalı.. Yoksa şu diziyi ben bile yapabilirim." Altair hiç mana kullanamıyordu. Buna rağmen az bir şey manası olsa kolaylıkla yapabilirdi. 


"Üstelik üzerimde ki prangalar... Bunları en yakın zamanda çözmem gerekiyor. Daha bu fantastik dünyayı gezmedim. Güzel kızlar ve güzel hazineler varken ben burada oturuyorum. S*kerim böyle adaleti!" Altair büyüteci ve tüylü kalemi yavaşça bıraktı ve yatağına uyumak için geçti. 


'8 yıl içinde zehir ya da benzer şeyleri yapmayı öğrenmem gerekiyor. Beni öldüreceklerine o kadar eminler ki beni rahat bırakıyorlar. Ben burada pisi pisi ölümümü bekleyeceğim? Hah?! İntihar ederim gene de sizin ellerinizde ölmem.' Altiar ellerini kafasını altında bağladı ve taştan yapılmış tavana baktı. 


'Gerçi pek işe yarar mı bilmiyorum. Hm... Dur lan! Ben Hill hariç kimseyi tanımıyorum ki?! Saraydan kaçsam bile nasıl şehirden kaçacağım? Alan taraması yaparlarsa anında bulunurum. Gözümün yaşına bakmadan kafamı elime verirler. Anlaşıldı ki her şey Hill'de bitiyor. Şu Kara Haç mıdır nedir.. O nu düzgün bir şekilde kullanırsam onları çekebilirim. Yaşımın verdiği güvenilirliği kullanmam gerek. Yoksa bir daha asla şansım olmayacak.' gözlerini kıstı ve plan yapmaya başladı. 'İlk önce yemek ve simya bahanesiyle malzeme toplamam gerekiyor. Sahte notlar kullanarak Hill'i dışarı çekebilirim. Ama önce onun seviyesini öğrenmem gerekiyor. Yoksa elimde patlayabilir.' planı basit ama başarılı olursa etkili olurdu. 


Ancak asıl sorun hiç mana ya da qi kullanamamasıydı. Simyayı ancak bu şekilde düzgün yapabilirdi. Yoksa yapabileceği tek şey kısa sürelik etkisi olan zehirlerdi. Onlarda bir boka yaramazdı. Daha fazla düşünmenin bir işe yaramayacağını fark etti ve uyumaya karar verdi. 


...


İleri ki günlerde Altair her zamanki işlerine devam etmişti. Ama tek fark artık her gün Hill'in ayaklarına kapanmasıydı. Yine günlerden sıradan bir gündü ve Hill kapıdan içeriye girmişti. 


"Yav lütfen! Lütfen! Lütfen! Sadece iki damla Şeytan Gözü özü ve iki demet Beyaz Isırgan otu lütfen ama! Lütfen!" Altair Hill'in ayaklarına kapanıyordu. Yavru bir kedi gibi Hill'e yalvarıyordu. 


"Üzgünüm 7. prens ama bu otlar sizin için çok tehlikeli! Yanlışlıkla kendinizi öldürebilirsiniz." Hill gülümseyen bir ifadeyle yerde ki Altair'e baktı. Gözlerinde en ufak bir gülümseme yoktu. 


"..." Altair burnunu çekti. Gözleri doldu ve daha yüksek sesle bağırmaya başladı. "Hill amca! Lütfen ama lütfen! Bu kadar düşük  ücretli materyalleri bana bulmakta zorluk çektiğinizi söylemeyeceksiniz değil mi?! Sonuçta biz doğuda ki en güçlü krallıklardan birisi değil miyiz?" 


Hill birkaç saniye durakladı ve gözlerinde zehirli bir parıltı geçti. Bu parlama Altair'in gözünden kaçmamıştı. "Ah... Bu arada sadece bu iki malzemeyi değil. Kara Aslan eti ve Altın Patateslerden birer kilo istiyorum. Ayrıca Mana suyuyla karıştırılmış, bir şarap verirseniz çok iyi olur." 


"Ah... Genç prens! Neden bu malzemeleri istiyorsunuz?" Hill şakaklarını ovuşturdu. Eğer bu çocuk daha fazla bağırırsa etrafta ki insanların dikkatini çekecekti. Üstelik şuan şehir lordu sarayında önemli misafirler vardı. 


"Neden mi?" Altair'in yüzünde masum bir gülümseme ortaya çıktı. 'Tabi ki seni öldürmek için!' demek isterdi ama götü yemiyordu. Bu yüzden masum bir şekilde "Sana sürpriz yapmak istiyorum. Sonuçta annem ve babam beni sevmiyor. Bunca zamandır benimle ilgilenen tek kişi sendin. Sana teşekkür etmek istedim." Altair öyle yumuşak bir sesle söylemişti ki onun utangaç bir çocuk olduğu sanılabilirdi. 


'Burada hiç bir yalan yok.' kafasını eğdi ve kıpırdandı. Utangaç bir çocuk gibi davranıyordu. Son 8 yılda bu yeteneğini oldukça geliştirmişti. 


"Ho...? Şeytan gözü ve Beyaz Isırgan otu da mı bunun için?" Hill sakallarını kaşıdı. 


Altair hiç bozuntuya vermedi. "Hill amca gerçekten Büyü Teknisyenliği konusunda bir cahilsin. Acemiler bile Şeytan Gözü'nün şeytanların parmak izlerini göstermek için, Beyaz Isırgan otunun tozunun da formasyonları ortaya çıkardığını bilirler. Ben bazı şeyleri öğrenmek istiyorum. Ayrıca zehirlenmem konusunda endişeleniyorsanız Siyah Isırgan otu getirebilirsiniz. O zehrin etkisini sıfırlıyor." ayağa kalktı ve göğsünü şişirdi. Bilgisiyle hava atmaya çalışan bir çocuk gibiydi. 


"Hill amca Savaşçı seviyesinde olsan da hiçbir şey bilmiyorsun! Hahaha! Büyüyünce senin gibi birisi olmayacağım." Altair kahkaha atarken göz ucuyla Hill'in yüz ifadesine baktı. "Yoksa... Ciddi olamazsın? Sen bir Usta mısın?" 


Hill'in gözlerinde bir parıltı geçti. O gururlu bir kraliyet muhafızıydı. Nasıl olurda bir velet tarafından dalga geçilebilirdi. "Tabi ki ben başkentte dahi oldukça ünlü olan bir Kılıç Ustasıyım." 


"Babamdan güçlü müsün?" Altair aşağılayan bir tonla konuştu. Gururlarını ezmek savaşçıların gerçek yönünü ortaya çıkarırdı. 


"Maalesef. Majesteleri sadece 40 yaşında ben ise çoktan 50 oldum. Üstelik o kraliyet ailesinden geldiği için benden çok daha yetenekli ve imkan sahibiydi." 


"Oh... Yani. Sen Erken seviye Kılıç Ustasıyken o Orta seviye mi?" 


Hill kafasını salladı. "Evet. Benim 50 yaşında bu seviyeye ulaşmam bile beni büyük bir dahi olarak gösteriyor. Kaldı ki Majesteleri Albert dışında kimse Efendi Alfred'den yetenekli değil. En azından kendi nesillerinde öyle... Şimdi ki nesil çok daha yetenekli." 


Altair'in burnu havaya kalktı. "Babamdan daha şanslısın. Çünkü Dünyaca ünlü şef olacak olan Altair'ın mükemmel yemeğini tadacaksın! Benim gibi harika bir prensin yemeğini sadece sen yiyeceksin. Minnettar olmalısın." saf ve iyi niyetli numarası yapmakta üstüne yoktu. Hatta bu işte 29 yıllık deneyimi vardı. 


"Ayrıca seni mektup arkadaşımla tanıştıracağım." Altair Hill'in büyüyen gözlerine baktı. 


Hill hızlıca sakinliğini geri kazandı. "Mektup arkadaşın mı? 7. Prensin mi? Acaba kim olduğunu söyleme şansınız var mı?" 


Altair parmağını gözünün altına koydu ve dilini çıkardı. "Bu bir sır." gülümsedi ve yatağına fırladı. Yatağının üzerinde tepiniyordu. 


"Size zarar vermek istiyor olabilir?!" Hill endişeli bir yüz ifadesiyle konuştu. Altair hala zıplıyordu. Hill'in endişeli sesini duyunca, dilencilerin sadaka vermesini sağlayacak kadar acı bir gülümsemeyle konuştu. 


"Ama.. O bana hastalığımın çözümünü bildiğini söyledi. Bende abi ve ablalarım gibi dışarıda dolaşmak istiyorum. Önümde dev gibi mavi su varken, ben sadece buradan izleyebiliyorum. Tüm çocuklar anneleriyle oynarken ben sadece buradan izleyebiliyorum. Tüm çocuklar arkadaşlarına dahi gülümseyebilirken ben burada sadece kitap okuyorum." Altair'in gözünden soğuk gözyaşları döküldü. Kendisiyle gurur duyuyordu. Hatta bir imparatorluğun başkentinde dilenmeyi dahi düşündü. 


"Onun doğru söylediğini nereden biliyorsunuz? Size zarar vermek isteyen birisi olabilir." Hill solmuş bir ifadeyle konuştu. Yüzlerce insan öldürmüş olsa da, kendisi de çocuk sahibiydi. Altair ile empati kurabiliyordu.


"Bana annem, babam ve sen kadar zarar vereceklerini sanmıyorum. Dört duvar arasında kapana kısıldım ben!" Altair bağırmaya başlamıştı. Tamamen duygu sömürüsü yapıyordu. Bunu ülkesinde ki dilencilerden ve ergenliğin doruğunda ki kızlardan öğrenmişti. Böyle bir skill'in işe yarayacağını pek düşünmemişti. Dilencilik kariyerini ciddi olarak düşünecekti. İyi para var diyorlardı.


"Huh... Peki. İsteklerinizi yerine getireceğim. Ama bize mektup arkadaşınızın ismini söylemeniz gerekiyor. Size zarar verme riskini alamayız." Hill hafifçe eğildi. 


Altair ağlamayı kesmiş, gözyaşlarını siliyordu. "Kara... Bundan sonrasını malzemeleri alınca söyleyeceğim." yaramaz bir şekilde gülümseyerek yatağına yattı. Güneşin parlak ışıklarının geçtiği pencereye baktı ve masumca gülümsedi. Göz ucuyla kapının önünde afallamış ve titrek bir şekilde duran Hill'i izliyordu. Ne düşündüğünü tahmin edebiliyordu. 


'Demek ben Kara Haç'ın eline geçersem iki tarafta büyük acı çekecek. Hahaha! Çokta sikimde! Geberin piçler!' içinden söven dışından gülen birisiydi. 


"Ne oldu Hill amca? Tanıdığın birisi mi? Eğer tanıdığından emin değilsen ileri ki günlerde beraber onu ziyaret edebiliriz." Altair durumu fark etmemiş gibiydi. Böyle davranmaya devam ettikçe dilencilik işini ciddiye alıyordu. Kişiliği 8 yıl boyunca yalnız kaldığından dolayı biraz çarpıklaşmıştı. Önceden iyi birisi olmasa da, o kadar kötü birisi de değildi. 


Sanırım..


'Yok ya iyi birisiydim ben...' Altair kafasından bu düşünceleri attı ve Hill'i dinemeye devam etti. 


"Adresini biliyorsunuz demek mi oluyor bu?!" 


"Evet. İleri de dışarı çıktığımda onun yanına gelmemi istedi. Bana güzel dünyalar gösterecekmiş. Ama bana özellikle tek başına gel demişti. Arkadaşlarını toplayacakmış sanırım. İsmi de..." 


"İsmi mi?" Hill daha da tedirgin olurken sordu.


"Evet. Bana ismini söylemişti." Altair gözlerini kıstı ve hatıalamya çalışıyor gibi davrandı. Ama aslında aklında garip düşünceler dönüyordu. 'Ben Kara Haç'ta olsaydım... Kesinlikle Engerek ya da Kara Ay ismini kullanırdım. Aslında Kara Mamba'da güzel isim... Neyse hepsini söyleyeyim. Takımlar derim...'  gözlerini aniden açtı ve gülümsedi. 


"Kara Ay, Engerek ve Kara Mamba! Evet evet! Bunları söylemişti." Hill'e odaklandığında kriz geçiriyormuş gibi terlediğini ve titrediğini gördü. 


"Yalnış görmüş olmayasınız? Kara Mamba ve Kara Ay'mı?" 


Altair o anda taşaklı insanların ismini tutturduğunu anladı ve ateşi harladı. "Hata yok. Önemli olduğumu ve benim oldukça değerli olduğumu söylediler. Yılan ve Ay takımının beni almak için geleceğini söyledi. Ama önce bir takım üyesine benim olduğumu bildirmem gerekiyormuş.. Aksi takdirde baskın düzenleyeceklermiş... Acaba neden bunu bana söylediler? Neyse ne.. Güzel arkadaşlar değil mi?!" 


Hill "Üzgünüm acil bir işim çıktı. Bu konuyu sonra konuşuruz." diyerek aceleyle odadan ayrıldı. 


Hill gittikten sonra bir dakika geçtiğine emin olan Altair derin bir nefes verdi. Kendini yatağa bıraktı ve gözlerini kapadı. 'Hassiktir! Ben bir boklar yedim ama... Neyse her türlü öleceksem, kendi hatamdan dolayı öleyim.'  







Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr