...
Hill Altair'in yanından ayrıldığı gibi şehir lordunun odasına gitti. Kendini sakinleştirmeye çalışıyordu ama pek işe yaradığı söylenemezdi.
"Gel."
Hill hızlıca içeri girdi ve Alfred'in yanına gitti. İçeride kim olduğuna bakacak zamanı dahi yoktu. Kulağına yaklaştı ve kısık sesle konuştu.
"Kara Haç, 7. prensle irtibata geçmiş." sesini sadece Alfred ve Hill duyabilirdi. Bu yüzden endişelenmelerine gerek yoktu.
Hill'in söylediklerini duyan Alfred ellerini yumruk yaptı ve dudağını ısırdı. Ardından nerede olduğunu hatırladı ve ifadesini topladı. Gülümseyerek odada ki insanlara söyledi. "Majesteleri Lane, evlilik meselesini sonra konuşuruz. Şimdi ilgilenmem gereken önemli meseleler var. İzninizle!"
Hill odadaki insanlara bakış attığında Arcilla krallığının kralı Lane Arcilla'yı gördü. Yanında birkaç koruması ve Kraliçe Breanna vardı. Neden geldiklerini tahmin etmek çok kolaydı.
'Politik evlilik mi? Gerçi son zamanlarda çok para kazandık. Birilerinin göz dikmesi normal...' Hill Lane ve Breanna'ya hafifçe eğildi ardından Alfred ile odadan çıktı. İkisinin gözünde de büyük endişe vardı.
"Efendi Alfred durum sandığımızdan çok daha kötü!" Hill nefes dahi almadan devam etti. "Kara Haç'tan Yılan takımı ve Ay takımı fark etmiş! Üstelik bununla kalmıyor. Kara Mamba ve Kara Ay'da olayın işine dahil olacaklarmış! Gerçi ilk önce küçük üyelerle buluşulması gerekiyormuş!" ikisi de hızlı bir şekilde Altair'in odasına gidiyordu. Alfred'i gören hizmetçiler eğildikten sonra korkuyla oradan uzaklaşıyorlardı.
"Ne yapmamızı öneriyorsun? Kara Mamba ve Kara Ay sadece Usta seviyelerinin başlangıcında.. İkisiyle sen dahi başa çıkabilirsin?" Alfred soğuk sesle konuştu.
Hill soğuk bir nefes verdi. "Olabildiğince hızlı bir şekilde temizlememiz gerekiyor. Önce şehrin girişlerine ve çıkışlara adam yerleştirmemiz gerekiyor. Ancak bu adamlar yavaş olmamalı.. yoksa hızıyla övünen Fortus limanının ünü kötü etkilenir. Bu yüzden belli kriterlerde aramamız gerek. Her ne kadar hala zarar görsekte, yok olmaktan iyidir."
"Işık kilisesinin haberi var mı? Onların topraklarındayız diyebiliriz... Sonuçta onbin kilometrenin hakimi Işık Kilisesi ve Kara Haç! Ama biz Işık kilisesinin yanındayız. Bu yüzden bize yardım etmek zorundalar.. Aksi takdirde en güçlü yardımcılarından birisi olan Fortus şehrini kaybedecekler." Alfred merdivenlerden çıkıyordu. En başından beri ifadeleri sıradan bir olay hakkında konuşuyormuş gibiydi. Endişeli ya da korkmuş bir ifade göstermek dedikodulara sebep olabilirdi. Bu işleri daha da raydan çıkarır, işleri geri dönülemez bir şekle sokardı.
"Haber vermedim. İlk önce kendimiz çözmeye çalışalım. Böylesi daha sağlıklı ve sıkıntısız olur. Onlar sadece Usta seviyesinde ki savaşçılar. Beni asıl endişelendiren şey onlar değil.. Kara Haç'ın 7. Prensten haberdar olması!" Hill derin bir nefes verdiğinde Altair'in odasına varmıştı.
Kapıyı çalmakla uğraşmadılar ve odaya daldılar.
O sırada Altair gülümseyerek bir mektup okuyordu. Mektup kalemle değil, fırça darbeleriyle yazılmıştı. Üzerinde ki boyaların kurumasına bakılırsa yazıldığından beri en azından iki üç saat geçmişti.
Altair Alfred ve Hill'in bir anda odaya dalmasıyla korkarak yerinden sıçradı. İlk başta Hill'e küfür edecekti ama yanında ki dev adamı görünce sekiz yıl önceki zamanı hatırladı. Hızlıca yere diz çöktü ve kafasını eğdi.
"Altair de Fortus, Majesteleri Alfred de Fortus'u selamlıyor. " önceki gülen yüzünün aksine bu sefer hiç mimik yoktu. Buz gibi katıl olan bir surat ifadesiyle, sıradan bir ses tonu kullanmıştı. Üstelik ismini söylemesi sayesinde onu baba olarak dahi görmediğini gösteriyordu.
Ancak Alfred onun dediklerini umursamıyordu. O nu sadece bir çöp parçası olarak ve var olmaması gereken bir şey olarak görüyordu. Üstelik o kırmızı göz yetişkinliğe eriştiğinde bir felakete yol açacaktı.
"Mektup arkadaşların nerede?" Alfred soğuk bir şekilde sordu.
Altair'de aynı şekilde cevap verdi. "Bilmiyorum."
"Ho... Demek bilmiyorsun?" kafasını Hill'e çevirdi ve ona baktı. Hill sadece kafasını yana sallamıştı.
"İstediği malzemeler varmış. Şeytan Gözü Özü ve Beyaz Isırgan Otu.. Üstelik Mana Suyuyla karıştırılmış şarap, Kara Aslan eti ve Altın Patateslerden birer kilo istiyor." Hill elleri bağlıyken konuştu. "Siyah Isırgan otuyla birlikte verirsek endişelenmemize gerek kalmaz."
O anda kafası eğik olan Altair'in gözlerinde nefret dolu bir parıltı geçti. Burada ki her şeyden nefret ediyordu. Özellikle önünde duran bu adamdan.. Onların hatalarının bedelini bu küçük beden çekiyordu.
'Av olmaktansa avcı olmayı tercih ederim. Sizi gelecekte avlayacağım.' ancak niyetini belli edemezdi. Bu yüzden gülümseyen bir ifadeyle kafasını kaldırdı. Yüzünde büyük bir heyecan ve beklenti vardı. Mor gözü güneş ışığı sayesinde daha da açık gözükürken, tatlı yüzü onu meleklerin bile kıskanacağı bir tabloya çeviriyordu.
Ama Alfred bu güzel tabloya tiksinerek bakıyordu. Bu gözler onun ya da düşesin soyuna ait değildi. Bunlar Şeytanlara ait gözlerdi. Bu gözlerin sahibi yok edilmeliydi.
"Tamam." dedi ve elini salladı.
Altair'ın gözleri o anda büyümüştü. 'Bu dünya; Büyü ve Kılıçların dünyası tabi ki depolama ya da boyutsal yüzükler olacak!'
Havada beyaz ve siyah üçer adet olmak üzere iki bitki... Bir kavanozun içinde kırmızı bir göz, altın renkli patates, kapkara bir inek etine benzer et ve bir şarap şişesi belirdi.
Fantastik dünyalar hakkında bilgisi olan Altair korkmamış ya da şaşırmamıştı. Aksine sevinmiş ve meraklanmıştı. İçinde ki kaşif ruhu tüm kıtayı keşfetmek ve öğrenmek istiyordu. Ama kaşif ruhunu, göt korkusu ruhu anında bastırdı ve bu düşünceleri kafasından şimdilik attı.
Altair hızlıca kafasını eğdi. "Altair Majestelerine teşekkür ediyor."
"Yarın veya yarından sonra bizi arkadaşlarınla tanıştıracaksın! Onlar bizimde eski arkadaşlarımızdı. Bu yüzden iyi anlaşmamız gerekiyor." Alfred soğuk ifadesini takınmayı bırakmış, bunun yerine gülümsemişti.
Altair'de bu gülümsemeye karşılık verdi. 'Gülümsemek sana hiç yakışmıyor seni p*ç herif. Lütfen bundan sonra bir daha gülümseme! Ancak...'
"Majestelerinin gülümsemesinin karşısında güneş ışıkları bile sönük kaldı. Daha çok gülümsemelisiniz." yüz ifadesi ve sesi oldukça ciddiydi. Ama ciddi olan sadece sesi ve ifadesiydi. İçinden kahkaha atmamak için kendini zor tutuyordu. Son zamanlarda duyguları saniyelik farkla değişiyordu.
'Ergenlik dönemini ağır olarak geçirmem değil mi? Yetişkin zihniyetim sayesinde... Umarım.'
Altair'in övgüsü Hill ve Alfred'i güldürmüştü. Gülümseyerek odadan çıktılar ve önlem almaya başladılar.
"Majesteleri böyle yapmakta haklıydınız. Onun gibi bir çocuk için tehditler ya da zorlamak işe yaramaz. Aksine ters tepecektir. Ona daha fazla sevgi göstermelisiniz." Hill gülümsedi.
Alfred adımlarını durdurdu ve öldürme niyetiyle ona baktı.
"Yardımcı kaptan..."
Hill'in sırtı terlemeye başlamıştı. Dizini yere sert bir şekilde kırdıktan sonra diz çöktü. "Haddimi aştım. Umarım majesteleri bu seferlik bu aptalı affeder."
"Abin Gill ve Albert'in adamı olduğun için seni affediyorum. Bir daha olmasın.."
...
Altair masanın üzerinde ki malzemelere bakıyordu. Bu malzemelerin fotoğraflarını kitaplarda görmüştü.
"Lanet olsun bir dahi olmalıyım." Bunların hiçbirisini amaçları için kullanmayacaktı. Hill'e bu malzemeler hakkında söyledikleri doğruydu. Ancak tam değildi.
Beyaz Isırgan otu yüksek oranda alerji yapıyordu. Eski çağlarda işkenceler için kullanıyorlardı. Tozlarını insanların derisine veya hapla içine gönderiyor. Bitmek bilmeyen bir kaşıntı yaratıyorlardı.
Siyah Isırgan Otu ise Beyaz Isırganın etkilerini sıfırlayacak olan karşı maddeydi. Ancak nötrlemek için eşit miktarda olmalıydı. Daha az olursa etkisiz, fazla olursa desteklerdi.
Eline sağlam bir eldiven geçirdi ve ağzıyla gözlerini kapatmak için maske buldu. Ardından ısırgan otlarını masaya serdi ve bıçakla onları doğramaya başladı.
Birkaç dakika boyunca Beyaz Isırgan otunu çok küçük parçalara kadar böldü. Ardından aynısını Siyah Isırgan otuna yaptı ve pul biberi boyutuna kadar küçülttü.
Ardından beherglas tarzı bir cam kavanoz aldı ve Bir Avuç beyaz ısırgan otu attı. Ardından üzerine çok az mana suyuyla karıştırılmış şarap döktü ve iki avuç Siyah Isırgan otu kattıktan sonra yavaşça karıştırmaya başladı.
Bir süre karıştırdıktan sonra artık otlar ve mana suyu gri bir hamur parçası olmuştu. Altair bununla durmadı ve ateş taşlarıyla ocağı yaktı.
Ateş taşları değerli sayılabilecek bir materyaldi. Eğer prens olmasaydı Altair bile buna erişemezdi.
Cam kavanozda ki hamuru kazanın içine attı ve masanın başına tekrardan geçti. Birkaç dakikalık süresi vardı. Diğer malzemeleri kısa süre içinde hazırlamalıydı.
Hazine sandığından küçük bir iğne çıkardı ve Şeytan Gözüne batırdı. Şeytan Gözü Kara toprakta yetişen şeytani bir bitkiydi.
Sarmaşıkların üzerinde ve küçük otların üzerinde göz benzeri şeklinde çıkıyorlardı. Bu bakımdan dünya da ki Bebekgözü'ne oldukça benziyordu.
İki damla kadar Şeytan Gözü Özünü çay tabağı boyutunda ki cama döktü. Ardından eline bir kaç damla şarap damlattı ve Şeytan Gözü Özüyle karıştırdı.
Ardından ayağa kalktı ve Gri hamurun durumuna baktı. Hafif bir şekilde çatlamıştı.
'Birkaç on saniye içinde olur. Daha fazla çatlaması gerekiyor ki Şeytan Gözü tam olarak karışsın... Lanet olsun kötü adam olmam gerekiyormuş gibi hissediyorum. Aslında bana yakışır haa...' otuz saniye sonra kazandan bir ses duydu.
Çıt!
Hamurun üstünden altına kadar bir çatlak oluştu. Altair iğneyle sıvıyı hamurun içine yerleştirdi. Başka bir ocak yaktı. İçine bir yemek kaşığı katı domuz yağı attı ve eritmeye başladı. Domuz yağı erirken koltuğa oturdu biraz rahatladı.
Ancak oturduğu anda odanın içerisini garip bir sıcak hava bastı. Gri hamurun üzerinden kırmızı bir buharımsı gaz yükseliyordu. Altair hızlıca onun altını kapattı ve tokmakla onu parçalara ayırmaya ve ayrıştırmaya başladı.
En sonunda tokmakla hamuru toz haline getirdi. Şeytan Gözü sayesinde hamur olmaktan çıkmış, Şeytan Kemiğine benzer bir madde oluşturmuştu. Şeytan Kemiği'nin içinde ki Şeytani ve Karanlık elementler insan bedenlerine karşı oldukça zehirliydi. Acilen tedavi ışık elementiyle arındırılmazsa çekirdeği patlardı.
Savaşçı veya büyücü olması fark etmezdi.
Ancak Altair daha o kadar güçlü ve yetenekli değildi. Bu yüzden sadece sahtesini yapabilmişti. Buna rağmen hâla Hill'i zehirleyebilirdi.
Ama gerçek bir Şeytan kemiği olmadığı için kendisini iyileştirebilirdi. Bu kadarlık zaman Altair'in kaçması için yeterli olan zamandı.
Altair sahte Şeytan kemiği tozlarını yağın içine kattı ve karıştırdı. Tozlar kızgın yağın içinde kaybolmuş, yağla bütünleşmişti. Bütün her şeyi tamamladıktan sonra Altair eline bir fırça aldı ve kapı koluna, tahta masaya, hatta kendi omzuna bile sahte Şeytan Kemiği yağını sürdü. Tüm kritik yerlere azar azar sürmüştü. Eğer kendisi yanlışlıkla omzunu yalarsa anında kül olacaktı.
Ama kaçışı için yapması gereken bir şeydi.
Bundan sonra Altair Altın patatesleri ve Kara Aslan etini pişirmeye başladı.
...
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..