...
Büyük kapı aralanmaya başladı ve sağ tarafta ki muhafız yüksek bir sesle bağırdı.
"7. Prens Altair de Portus giriş yapıyor!"
Altair alayla karışmış bir gülümsemeyle adımını attı. Kapıdan girdiği anda kendini büyük bir baskı sardı. Bu nefesini bir saniyeliğine kesse de kendini toparlamıştı.
'Hass...'
İçeride ki en ufak bir parça bile Altair'ın odasından pahalıydı. Tabi ki ilk önce etrafa bakmıştı.
'Hill zengin bir krallığız demişti. Üstelik liman kenti olduğumuz için ticaret merkezlerinden birisiymişiz.. Acaba ne ticareti yapıyorlar. Bu kadar para kazandıklarına göre vergiler de yüksek olmalı... İleride bir şehri işgal etmeliyim.'
"Ohom!"
Hill boğazını temizledi ve Altair'ı uyardı.
'Huh? Doğru.'
Altair etrafa bakmayı bıraktı ve yürümeye devam etti. Oda 50 metreden daha büyüktü. Altair'ın karşısında merdivenlerin üstünde lüks kürklerle süslenmiş, demir bir taht ve yanında benzer malzemelerle süslenmiş ince bir taht vardı.
İki tahtın üzerinde soğuk gözlerle Arşidük ve Arşidüşes oturuyordu. Onların altında da 7 kişi benzer koltuklara oturuyordu.
'Bu ne böyle? Güç gösterisi falan mı?' Altair yavaşça onlara yaklaştı. Hepsi soğuk gözlerle bir çöpe bakıyormuş gibi bakıyordu. Altair az kalsın duygusallıktan dolayı kalp krizi geçirecekti.
'Ne kadar duygu dolular.. P*çlere bak. Kendilerini kral sanıyorlar. Krallığı kaptırmış abisine, burada bana artistlik taslıyor.'
Altair Arşidüşese baktığında derin bir iç çekti. Omuzları rahatlamıştı.
'Onu öldürürken vicdan azabı çekmeyeceğim.' Arşidüşes'in bakışları Arşidük ve diğer çocuklarla aynıydı. Bir hiçe bakıyormuş gibiydi. Bu bakışlara alışık olduğu için rahatsız değildi.
Altair merdivenlerin üç metre gerisine geldi ve diz çöktü. Gür bir sesle "Arşidük'ü ve Arşidüşes'i selamlarım!" dedi.
Arkasında ki Hill'in kaşları bu kelimeleri duyunca seğirdi.
'Çok fazla yaşadığının farkında sanırım?!'
"Demek bu benim abim!"
Sevimli bir ses odada yankılandı. Altair sesin kaynağına baktığında oldukça tatlı bir kız çocuğu gördü. Ama tatlı olan sadece dış görünüşüydü. Gözleri aynı annesi gibiydi.
Altair odada ki tüm çocukların mor saçlı olduğunu gördü. Sadece en büyük olan 1. prens siyah saçlıydı.
'İlginç. Umarım yolda giderken kafana şimşek düşer.'
"Ne dedin sen?!" 8. prenses Camella Altair'a bağırdı.
Camella'nın sesini duyan Altair o anda bir şey fark etti. "Dışarıdan mı söyledim?"
"Evet."
"Anladım..."
"..."
"..."
Altair Camella'nın parlak sarı gözlerine gülümseyerek bakarken, Camella iğrenmiş bir suratla bakıyordu.
Alfred gözlerini Altair'dan çekip Hill'e çevirdi.
"Yardımcı Kaptan Hill..."
"Majesteleri?"
"Çıkabilirsiniz..."
"Teşekkürler.."
Hill acı bir şekilde gülümsedi ve Altair'ın omzuna dokundu. Altair bir şey söylemeden kalktı ve ikisi birlikte odadan çıktı.
'Neyse... Tek iyi yanları hepsinin yakışıklı ve güzel olmaları.. Kişilikleri berbat.'
Altair muhafızlara kafa salladı ve yoluna devam etti.
Yavaş yavaş çıkışa doğru yürüyordu.
"Prensim cüppeler... Yüzünüzü saklamalısınız."
Hill Altair'a şapkasını takmasını rica etti. Altair onaylayarak yüzünü saklamak için şapkasını taktı.
Saraydan çıktığının bilinmesi hiç hoş olmazdı.
Altair dışarı adım attığı anda kalbini titretecek bir manzarayla karşılaştı. Ayaklarının altında düzenli dizilmiş iki katlı evler, arada gözüken büyük kuleler ve 30 metrelik dev surları gördü. Ancak asıl manzara bu değildi.
Masmavi deniz, yakıcı güneşin altında parlıyordu. Denizin üzerinde limandan ayrılan ticaret ve yolcu gemileri, onları uğurlayan insanlar.. Hepsi ayaklarının altındaydı.
Çünkü bulunduğu saray onlarca merdiven yüksekteydi. En yüksek kuleyle eş değer yükseklikteydi şuan... Yerden 50 metre yukarıda..
'Beni bu güzellikten mahrum eden p*çler!'
Altair'ın öfkesi katlanmıştı.
"Çok güzel değil mi?" Hill Altair'ın yanında ufka doğru bakıyordu.
"Evet öyle. Bir buçuk saat kadar gezelim mi? Silahların yanında değil mi? Suikaste uğramak istemem." Hill yemeği yediğinden beri yarım saat geçmişti. Eğer şimdi giderlerse bir saatte hallederlerdi. Bu da planının çöpe gittiğini, başka şansının olmayacağını gösteriyordu.
"Hm..."
"Bir daha ne zaman çıkacağımı bilmiyorum. Sadece bir buçuk saat..." Altair duygu sömürüsü becerisini aktifleştirmişti. "8 yıl boyunca sadece bir odada kalmak ne demek biliyor musun? Sadece izleyebilmek. Bomboş orman ve denizlere bir pencereden bakmak! Esareti bilir misin be adam?!"
"Agh... Sadece 1.5 saat ve bazı korumalarda bizimle gelecek."
Hill şartlarını öne sürdü.
Altair bir an tedirgin olsa da soğukkanlılığını korumayı başardı. "Amacımız gizli olmak değil mi? Arkadaşlarım sen varken bile çıkmayabilir. Ama sen daha fazla kişiyle gidelim mi diyorsun? Kendine olan güvenin zedelendi mi yoksa?"
Ne kadar fazla kişi o kadar çok sorundu.
"Hah~ Doğru diyorsunuz. Dediğiniz gibi yapalım." Hill iç çekti. Fazla endişelendiğini fark etti. Ancak nedense çok tedirgin hissediyordu.
"Önce silah dükkanına gidelim. Ardından iskeleye gidelim. Altair onu beklemeden hızlıca aşağıya inmeye başladı.
Havada ki hafif rüzgar, balık kokusunu yayıyordu.
Altair hızlıca aşağı indi ve etrafa bakındı. Gördükleri gözlerini parlatıyordu. Elinde asa olan büyücüler ve belinde kılıç taşıyan savaşçılardan, kasa kasa balık taşıyan balıkçılara kadar her şey vardı.
"Portus Büyük Silah Dükkanı buradan uzak değil. İki dakikaya varırız." Hill iç çekerek söyledi.
'Elimdekileri satsam mı? Ya da ilerisi için mi saklasam?' Altair Hill'i takip etmeye başladı.
'Ah... İlerisi için saklayacağım.'
...
"Bana bunu alsana!" Altair eliyle ince bir kılıcı gösteriyordu. Kılıç oldukça hafif ve inceydi. Altair bu kılıcın Ayışığı taşından, kabzasının da Güz Ağacından yapıldığını biliyordu. İstemesinin sebebi de buydu zaten...
"Hahaha! Genç adam kılıçlardan anlıyorsun!" cüsseli bir vücudu olan adam arkadan bağırdı. O buranın yöneticisiydi.
Altair yalvarır bir şekilde Hill'e baktı. Çoktan 40. dakikadaydı. Acele etmeliydi yoksa gemileri kaçıracaktı.
"Genç efendi ne yazık ki..." Hill şakaklarını ovuşturuyordu. Ancak Altair bir anda bağırmaya başladı.
"Kraliye-" Altair yüksek bir sesle bağıracakken Hill onun sözünü kesti.
"Alıyoruz." Hill iç çeker bir biçimde kılıcı satın almak zorunda kaldı. Yönetici kılıcı siyah bir kılıfa koydu ve Altair'a verdi.
"Yine bekleriz..."
...
'Çoktan bir saat geçti bile... Son olarak iskeleye gitmemiz gerekiyor.' Altair Hill'in kolundan tuttu ve iskeleye, gemirlerin olduğu yere çekti.
"Dünya'nın daha bir yer olması için bağış yapalım."
Altair Hill'i zorla iskeleye çekmiş, demir atmış gemilerden birisinin önüne getirmişti. Etraf ağır bir şekilde balık ve yosun kokuyordu. Ancak kimse bundan rahatsız değildi.
"Merhaba amca! Bu gemi ne taraflara gidiyor?" Altair kaptan gibi gözüken adama seslendi. Adam deniz üniformasına benzer bir giysi giyiyordu.
Altair tek bakışta onun bir savaşçı olduğunu anlayabiliyordu. Ancak Hill ile karşılaştırılamazdı.
Kaptan önce Hill'e ardından Altair'a baktı. "Önce Arcilla ardından Doğu bölgesini geçip Büyük Gloria İmparatorluğuna gideceğiz. Buradan oraya giden çok yolcu var. İlgileniyor musunuz?"
"Evet."
"Hayır."
Hill sert bir şekilde Altair'a baktı. Durum giderek daha şüpheli oluyordu.
'Tsk! Sabit fikirli p*ç! Tekte ikna edemeyeceğim.'
"Benim dışarı çıkmama izin verilmediğini biliyorsun. Babam senin gücüne ve tecrübene inanarak beni sana emanet ediyor. Koskoca bir soylu olur kendisi... Ben, annem, babam ve kardeşlerimin hepsi senin gücüne inanıyor. Beni koruyabileceğine inanıyor ve bu yüzden ikimizi dışarı gönderiyor..." şuan sabit fikirli bir insanı ikna etmeye çalışıyordu. Bu oldukça zordu.
"Ah... O zaman hatıra olarak alamaz mısın? Seni babamdan bile daha çok önemsiyorum. Sen her zaman yanımda olamayacağın için... " Altair kafasını eğdi ve burnunu çekti. 'Lanet olsun, çok utanç verici. Kafamı yere sokasım geldi.'
Hill'in kanayan yarasına basılmıştı. Arşidük ve baba kelimeleri onun kanayan yaralarıydı. Uzun süredir çocuklarını göremiyordu. Çünkü Arşidük'ün malikanesinde çalışmak zorundaydı.
Bir süre boş boş baktı. Altair ise konuşmadı ya da soru sormadı. Şuan da onun durumu değerlendirdiğini biliyordu. Eğer Altair yerine başka birisi bu kelimeleri söyleseydi Hill hiçbir şey hissetmezdi.
Ancak Altair hiçbir zaman bir hata yapmamış, her zaman dayanmıştı. Bunu Altair'ın kendisi de biliyordu. Hatta böyle anların geleceğini bilerek güven kazanmıştı. Bu işlerini aşırı derecede kolaylaştırmıştı.
"Neden bilet olmak zorunda?" Hill kafasını kaldırdı ve sordu.
Altair'ın gözleri parladı. "Okyanuslar ve denizler özgürlüğü temsil eder. Bu yüzden bana özgür olmayı hatırlatacak bir hediye almanı istiyorum."
"Hah... Majestelerinin bir bilgisi olmayacak."
"Anlaşıldı." Altair'ın gülümsemesi kulaklarına vardı. 'Sadece 30 dakika kaldı. İyi oyalandım... Kendimle gurur duyuyorum.'
Hill yüzüğünden bir kese altın çıkardı. "Ne kadar tutuyor?"
"300 altın ediyor." Kaptan adam bıkkınlıkla konuştu. Onların ne konuştuğu hakkında bir fikri yoktu. Meslek alışkanlığı olarak kulak misafiri olmamak konusunda dikkat ediyordu.
"Oh... Peki. Buyurun..." Hill yüzüğünden iki kese daha çıkardı ve kaptana uzattı.
"45 dakika içinde hareket edecek. Yetişseniz iyi olur. Poseidon Deniz Şirketi olarak kralınız bile bizi durduramaz." Kaptan kafasını sallayarak uyardı. Adamın sözleri Altair'ın yüzünü güldürmüştü.
"O zaman asıl amacımızı gerçekleştirebiliriz." Altair bileti cüppesinin cebine sıkıştırdı ve Hill'e söyledi.
"Sonunda!" Hill'in gözünde öldürücü bir parıltı ortaya çıktı. Altair bile havanın biraz soğuduğunu hissetmişti.
Soğukkanlılığını koruyarak konuştu. "Ben de merak ettim şimdi."
'Hata yapamam. Hata yaparsam veya şüphelendirirsem ölürüm. Ölüm bu! Boru değil.'
"Beni takip et." Altair yavaş bir şekilde etrafı inceleyerek dolaşmaya başladı. Bir sokağa giriyor, diğer sokaktan çıkıyordu.
Tetikte bir şekilde onu takip eden Hill'e sordu. "Burada genelev diye bir şey var mı?"
Altair'ın sorusu Hill'i şaşırtmıştı. Ancak hızlıca sakinliğini geri kazandı. Kara Haç'tan bahsediliyordu. Genelev gibi kirli yerleri seçmeleri oldukça normaldi.
"Yakında Kızıl Bahar isimli bir yer var. Orası en güvenli yer... Oradan bahsetmişlerdir."
Altair kafasını salladı. "O zaman oraya gidelim. Bana sana en yakın genelevlerden birisindeyiz demişti."
'Çok az zaman kaldı. Aklımdan zamanı tutmam lazım.'
"O zaman beni takip edin. Yakın durmaya özen gösterin..." Hill Altair'ı geçerek liderlik etmeye başladı.
Altair'da hiçbir şey demeden onu takip etti.
Birkaç dakika ilerledikten sonra iğrenç kokulu bir sokağa gelmişlerdi. Altair etrafa baktığında sarhoş adamlar ve kendini beğendirmeye çalışan fahişeler gördü. Ama hâlâ numara yapmaya devam etmesi gerekiyordu. Bu yüzden burnunu tuttu.
"Ne kadar iğrenç kokuyorlar."
"Evet öyleler, geldik." Hill daha da yavaşladı ve Altair'ın hızına ayak uydurdu. Kılıcı belinde her an çekilmeye hazırdı.
'İki dakika kaldı. Dikkatini dağıtacak bir şeyler bulmam gerekiyor.. Yoksa onun gücünde birisinin olmadığını fark edecek.'
Altair hiçbir şey söylemeden bir ara sokağa daldı.
"Genç efend-!" Hill hızlıca onu takip etmek zorunda kaldı.
Kendisinden ayrılmasına izin veremezdi. Ölürse kilise araştıracak, onun ölümünü kullanarak şehri ele geçirmeye çalışacaktı. Buna sebebiyet veren kişi olarak kafası uçurulacaktı.
Altair karanlık sokağa girdi ve ışık çarpmayan yerde durdu. Bir savaşçı olmasa dahi iğrenç inlemeleri ve iğrenç içki kokusunu alabiliyordu. Ancak dayanmak zorundaydı. Her ne kadar aşırı iğrenç olması yüzünden kusacak duruma gelse de...
"Hill amca burada bekleyeceğiz. Onlar bizi bulsun... Böyle iğrenç bir yerdeyseler iyi kişiler olamazlar." Altair içinden süreyi tutmaya devam ediyordu. Kaçması için iki şeye ihtiyacı vardı.
İlki Hill'in etkisiz hale getirilmesi...
Diğeri odasının patlamasıydı.
Bunları gerçekleştirdiğinde bir süre rahatlayacaktı. Kaçabilecek zamanı bulacaktı. '60, 59, 58... başı yavaşça dönmeye başlamıştır bile... İpte çoktan alev almıştır.'
"Ama... BÖĞH." Hill ağzını açtığında ağzından kanlar gelmeye başladı. Yüzünde kızıl sivilcelerle, karnında hafif bir şişlik oluştu.
'Hassiktir... Erken başladı. Neden?' Altair hızlıca Hill'in yanına yaklaştı. "Hill amca! İyi misin?!"
Hill yere diz çöktü ve karnı daha da şişti. Hemen Qi'sini döndürerek etkileri bastırdı ve zehirlenmeyi durdurdu. O sırada Altair onun önünde diz çöktü ve şapkasını çıkardı.
Ardından belinde ki torbaya uzandı ve Şeytan Gözü Özünü mutlulukla çıkardı. Elinde ki siyah eldiven sayesinde Beyaz Isırgan Otun'dan bir avuç aldı ve Hill'in suratına fırlattı.
"ARGH! Genç..." Hill'in beyaz yüzü yavaşça kırmızılaşarak aşırı derece de kaşıntı yapmaya başladı. Tam o sırada Altair'ın mutluluk dolu gözünde cani bir niyet belirdi.
Elinde fark edilmeyecek kadar küçük bir iğne belirdi. Ucunda kırmızı bir sıvı vardı. Altair tüm nefretini bu saldırıya kusarak iğneyi Hill'in boynuna geçirdi. Ucunda ki kırmızı sıvı da iğneyle birlikte girmişti.
Hill hiç bir ses çıkaramadan geriye doğru yığıldı. Bilinci hala açıktı ve her şeyini kendini iyileştirmek için kullanıyordu.
"8 yıl boyunca beni ziyaret ettiğin için teşekkürler. Her ne kadar emirler yüzünden olsa da benim bu kadar gelişmemi sağladın."
Altair üzerinde ki cübbeyi üzerinden attı ve oradan gitti. Arkada sadece bazı kelimeler kalmıştı. "Benim yanımda durduğun için teşekkürler. Her ne kadar beni öldürmek için olsa da..."
...
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..