Gemide siyah uzun saçlı bir çocuk ufka doğru bakıyordu. Baktığı yer; Portus şehrinin kaybolmuş olan görüntüsüydü. Ancak o zaman nefes verebilmişti.
'Çoktan yedi saat oldu. Arşidük benim için gidilecek en iyi yerin Gloria olduğunu fark etmiştir. Umarım biraz rahatlayabilirim...' belinde ki siyah kılıfı sıkıca kavradı. Son günler çok tansiyonlu geçmişti. Bu yüzden zihinsel olarak fazlasıyla yorgundu.
'Burada beni bulmalarına imkan yok. Bu gemi sandığımdan daha fazla kişi almış... 700 kişi ne, namussuzlar. Yalnız iyi para vardır...' arkasını döndü ve görevliymiş gibi etrafta gezinen adama seslendi.
"Bayım?!"
Adam adımlarını durdurdu ve etrafa bakındı. Biraz kafasını eğdiğinde Altair'ın seslendiğini fark etti. Hızlıca Altair'ın yanına geldi ve gülümsedi. "Ne oldu genç adam? Aileni mi kaybettin?"
"Hayır. Tek başımaydım ve her zaman öyle kalacağım." Altair hızlıca reddetti.
"Oh... Sorun nedir?" adam anında konuyu değiştirdi.
Altair etrafta ki insanlara baktı. "Dinlenmek istiyorum. Özel odalar satıyor musunuz?"
"Evet. 400 adet dinlenme odamız var. Hepsi de kaliteli.. Biletinizi görebilir miyim?" adam düşünmeden cevap vermişti.
"Buyrun." Altair cebinden biletini çıkardı. Poseidon Şirketi biletleri binerken değil, inerken alıyordu. Bunun amacıysa denetimi düzgün yapmaktı.
Adam bir süre bileti inceledi ve Altair'ın maskesine baktı. "150 numaralı oda sizindir. Lütfen fazla ses çıkarmayın..." adam odayı söyledikten sonra başka birisinin çağırması üzerine ayrıldı.
'150 numara mı? Hm...' Altair yavaşça kamaraların olduğu bölüme yürüdü. Etrafa baktığında havada ki romantizm kokusu yüzünden midesi bulanacaktı.
'Ne hoş... Tsk tsk!' En sonunda bir merdivenden aşağı indi ve karşısına çıkan koridorlara baktı. Odasını burada olmadığını fark ettiğinde bir alt kata indi ve tekrardan oda numaralarına baktı.
'150... 150... 150... Ah! Buldum.' Altair tahta kapının üzerinde '150' yazan odaya giriş yaptı.
İçerisi basit ama kaliteli eşyalarla döşenmişti. Onlara biraz baktığında hepsinin montelenmiş olduğunu fark etti. Kafasını salladı ve direk yatağın üzerine zıpladı.
'Çok yorucu zamanlar geçirdim. Biraz dinlenme vakti...' gözleri yavaşça kapandı ve yavaşça uyudu. Bugün çok tansiyonlu olduğu için zihni her zaman tetikteydi. Bu yüzden rahatlayınca kendini yenilemek için uykuya dalması kolay olmuştu.
Altair on beş saat sonra tekrardan gözlerini açtı. Gözlerini ovuşturarak ayağa kalktı ve restorant olduğunu anladığı yere ilerledi.
Gece saat 03:00-04:00 aralarında olmalıydı. Güverte dehşet derece de soğuk ve kaygandı. Dikkatsiz birisi dengesini kaybedip düşebilirdi. Ancak Altair zombi gibi sallana sallana restoranta gitti. Restoran geminin tam ortasında ki bölümdeydi. Elli metreden daha büyük olmasına rağmen gemiyi sıkıştırmıyordu.
Altair içeri girdiği anda sıcak bir hava onu karşıladı. Dışarısına nazaran içerisi sıcacık ve rahattı. İçeride olan tek kişi kendisi değildi. Birkaç çift aralarında sohbet ederken, onlarca kişi sessizce yemeğini yiyordu.
Etrafı incelemeyi bıraktı ve garsonlardan birisini çağırdı.
"Besin değeri yüksek olanlardan lütfen..."
Garson kafasını salladı ve hiçbir şey söylemeden mutfağa gitti. Altair birkaç dakika bekledikten sonra garsonun elinde bir tepsiyle kendisine geldiğini gördü.
Boş yer var mı diye bakarken cam kenarında bir masanın boşaldığını fark etti. Güneş yeni yeni doğmak üzere olması, okyanustan nadir bir manzara görme imkanı verecekti. Bu yüzden cam kenarının boşalması çok nadirdi.
'Şanslıyım.'
Garsonun bir şey demesini beklemedi ve tepsiyi kapıp, kimse kapmadan o yere doğru ilerledi. Yemeğini hızlıca masaya koyduğunda çatlarını çattı. Kafasını masanın diğer tarafına çevirdi ve soğukça konuştu.
"Burası benim!"
Onunla birlikte aynı anda masaya gelen birisi vardı. Onun ne diyeceğini umursamadan sandalyesini çekti ve oturdu.
"İlk ben geldim!"
Altair kafasını kaldırdığında gözleri büyüdü. Kalbi bir anlığına atmayı bırakmış, nefesi kesilmişti. Eski kabalığını bıraktı ve nazik bir sesle konuştu.
"Kimin ilk geldiği kimin umurunda? İki tane sandalye var. Beraber yemekte bir sıkıntı görmüyorum?" tavırları 180 derece yön değiştirmişti. Çünkü karşısında meleklere bok yedirecek güzellikte bir kız vardı. Kırmızı saçlar, mavi gözler ve mükemmel bir fizik! Böyle bir güzelliğe kaba davranmak mı?
Tanrıların gazabıyla karşılaşırdı!
'Ohom. Kendimi kaptırmamam gerekiyor. Sakin... Bu bir tacize girmiyor çünkü ben, gizemli ve yakışıklı bir çocuğum!' derin bir nefes aldı ve hiç olmadığı kadar soğukkanlı oldu. Çünkü bu onun aşk hayatını belirleyecek klişe olay olabilirdi! Bu işler aceleye getirilmezdi.
Kız, Altair'ın tavırlarının değişmesini fark etse de sorun etmedi. Her zaman karşılaştığı bir olaydı. Bu yüzden manzara uğruna kabul etti.
"Oh... Peki."
'Demek övülerek ve pohpohlanarak büyüdü! @mcı modunda ki erkekler her zaman onun etrafında dönmüştür. Soğukkanlı gizemli zengin p*çi oynayacağım. Kızlar en çok onlar sever!' Altair bir türktü. Türkiye'deyken kendine zengin bir sevgili bulabilmişti. Burada mı bulamayacaktı? Türkiye'de her an ölebilecek kadar tehlike de olmasa da, asla güvende de olmamıştı. Üstelik kibirli ve egolu türk kadınlarından birisinin aklını çelmişti.
Ama bilmiyordu ki aslında sevgilisi onun aklını çelmişti. Onu sevmiyordu bile. Sadece diğer 'Yıldız' aile üyelerine nazaran daha kolay erişilebilir bir kuklaydı. Berke bunu öğrenseydi kalp krizi geçirirdi.
Altair kızın nasıl bir kişiliğe sahip olduğunu az çok anlamıştı. 'Vücut hatlarına bakarsak, en az 14 yaşında... Bu kıtada 16. yaş yetişkinliğe ilk adım sayılıyor. Yani 2 yıl sonra evlendirilme ihtimali var! Ayrıca Portus'tan mı geliyor? Böyle bir ateş parçası orada ortaya çıksaydı. Kesin p*ç dükler kendisine almaya çalışırlardı. Sonuçta çocuk sandığın birisi 400 yaşında yürüyen bir tabut çıkabilir. Aslında öyle çıkması daha güzel olur. Böylece pedofili olarak etiketlenmek konusunda endişelenmem gerekmez. Çünkü ben pedofili değilim?! Ayayay~ Aklım çok karıştı. Fiziksel olarak 8, zihinsel olarak çoktan 30'a dayandım. Yani 14 yaşında ki bir kıza sarkamam! Benim de bir gururum ve haysiyetim var. Sakinleş... Huh~'
Altair'ın aklında mantıklıymış gibi gözüken boş düşünceler dolaşırken yerinden hareket etmemişti. Boş boş yemeğine bakıyordu.
'Kıza acıdım. 6 yıl boyunca beni hayal edecek. Tsk tsk! Dur lan?! Böyle dünyalarda güçlü olan kazanmaz mı? Yani güçlü olan her şeyi alır! Ama... Hala mühürlüyüm! Bu mühürleri çözmek önceliğim olacak. Güçsüz bir erkek, dişsiz bir aslana benzer.'
Altair'ın boş düşünceleri kızdan gelen sözcüklerle dağıldı.
"Yemeyecek misin? Meg balığı ve deniz salatası soğuyunca hiç güzel gitmez." kız Altair'ın yemeğini göstererek söyledi. Altair onun sesinin bir melodi gibi olduğunu hissetti.
"Hm." Altair sessiz çocuğu oynamaya başladı. Deri maskesini yüzünden çıkardı ve kafasını eğerek yemeye başladı. Yüzü çok dikkat çekiyordu. Bu yüzden herkese göstermekten kaçınıyordu. Çünkü Vasillas sınırından daha yeni çıkmışlardı. Gemiye baskın düzenlenebilirdi.
Zaman yavaş bir şekilde aktı ve birçok kişi yemeğini bitirip restoranttan ayrılmıştı. Altair hala yemeğini yavaş bir şekilde yiyordu. Çünkü boynu ağrımaya başlamıştı. Ağrımasına daha dazla izin vermezdi yoksa düzgün yürüyemeyecekti.
O sırada Altair aydınlanma geçirdi. 'Ben ne yapıyorum lan?! Zeki bir insanım ama sürekli tedbir alıyorum. Aptallar zekilerden, zekiler vahşilerden, vahşiler ise delilerden korkarlar... Şuan yakalanmamak için kafamı eğiyorum?! Bu daha da dikkat çekici olur. Bu yüzden babamın arka bahçesinde geziyormuş gibi davranmam gerek. Bundan sonra ben bir deliyim!'
Altair zihinsel olarak aydınlanma geçirdi ve kalbini daha da soğuklaştırdı. Bu savaşçılar ve büyücüler arasında nadir bir şeydi. Sağlam kalp daha istikrarlı büyü kullanmaya yarardı. Çünkü duyguların karmaşası büyü yapmayı engellerdi. Üstelik büyü yaparken odak kaybedilirse en iyi ihtimalle büyü bozulur, en kötü ihtimalle elinde patlardı. Bu ölüme bile yol açardı.
Savaşçılar içinde benzerdi.
Aydınlanmayı yaşayan Altair'ın iki gözünün rengi daha da açık hale geldi ve parladı. Ama mecazi olarak bir parıldama değildi. Gerçekten parlamıştı.
"Noluyo lan?!" Altair eliyle iki gözünden çıkan ışıkları durdurmaya çalıştı. İki gözünü de eliyle kapattı ve restoranttan dışarı fırladı. Başkalarının görmesine izin veremezdi. Yoksa şeytan damgası yiyerek kafasını uçururlardı.
Ölüm korkusu vücudunu sardı ve gözlerinin acısını bastırdı. Vücudu sınırlarını aştı ve önceki hızının on katına ulaştı. Odaların olduğu bölüme geldiğinde merdivenlerden tekte atladı ve 150 numaralı odaya ilerledi.
Bir saniyeden kısa sürede odayı buldu ve kapıyı tekmeleyerek açtı. Ardından kapıyı kapattı ve tüm eşyaları yerinden sökerek kapıya dayadı.
Vücudu bu kısa sürede sınırlarını sonuna kadar aşmıştı. Bunun etkisini hemen hissetmeye başlamıştı. Bacakları daha fazla bedeninin kaldıramadı ve yere yığıldı. Ağzından siyah kanlar fışkırmaya başladı.
Sağ gözünde ki bandaj bir anda patlayarak kırmızı gözünü ortaya çıkardı. Gözün rengi o kadar açık hale geldi ki neredeyse saydam olacaktı. Ancak bir anda gözü büyüdü ve içinde garip enerji parçacıkları belirdi.
Gözleri önceden parlak kırmızı ve yumuşak bir duruşu vardı. Ancak bu sefer tam anlamıyla bir yakuta dönüşmüştü. İçinde ki ayrıntılar bile yakutla aynıydı.
Altair'ın kırmızı gözünden kanlar akmaya başladı. Ağlayan bir şeytan gibi gözüküyor, etrafa kötücül bir aura yayıyordu.
Değişen tek şeyi sağ gözü değildi. Sol gözü de benzer bir değişim geçiriyordu! Mor gözleri an açık renge geldi ve kendi etrafında dönmeye başladı. Her turda rengi daha da koyulaşıyordu. Onlarca kez kendi etrafında döndükten sonra açık mor renginde durdu. Ama sonrasında mor gözden yaşlar akmaya, kötücül aurayı bastıran bir aura yayıyordu.
Sanki Altair'ın bu durumuna ağlıyormuş gibiydi!
Altair'ın gözleri kanlar içinde iğrenç bir görüntü oluşturdu. Üstelik ağzından çıkan kanlar üstüne de bulaşmış, iğrenç bir koku yaymaya başlamıştı.
Altair hala dişlerini sıkıyordu. Eğer bağırırsa ne olursa olsun odasına birileri yardım etmeye girecekti.
Crack!
Altair'ın diş etleri kanamaya başlarken, ağzında ki dişler kırıldı. Ama ne olursa olsun bağıramazdı. Bu yüzden kalan son enerjisiyle ağzına pir parça kıyafet tıktı. Artık istese de bağıramazdı.
Önceden kendini tutan Altair bir anda tüm acıyı hissetmeye başladı. Tüm deliklerinden kanlar akmaya başladı ve kandan oluşan bir adama dönüştü. Yerde çırpınsa bile bir şey değişmiyor, sadece acısını katlıyordu.
En kötüsü de bilinci ve duyuları hassas hale gelmişti. Bu demek oluyordu ki acıyı sonuna kadar hissediyordu. Bayılamıyor ya da hissizleşemiyordu. Sanki tanrılar bu acıları sonuna kadar çekmesini istiyor gibi, bilinci hiç kapanmıyordu.
Her şey sonuna kadar hissediyordu!
Ölmek istiyorum!
Ölmek istiyorum!
Ölmek istiyorum!
Lütfen birisi beni öldürsün!
Lütfen!
Birisi bu acıya son versin!
Bir...
Altair tek başına karanlık odada 5 saat boyunca birisinin kendisini öldürmesini diledi. Beş saat sonunda artık kanlar akmayı bırakmış, gözleri yorgunluktan kapanmıştı.
Ancak bilinci hala açıktı. Etrafta olan bitenleri sonuna kadar hissediyordu.
Yarım gün sonra Altair'ın sağ eli seğirmeye başladı. Vücudu üzerinde kontrol sahibi olmuştu.
...
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..