Not: Yok.
...
Kendini destekleyerek ayağaka kalkmaya çalıştı. Kalktığı anda yaptığı ilk şey üstünü temizlemek veya etrafa bakınmak değildi.
Kılıcını tuttuğu gibi gözlerini yok etmek için çekti. Hareketlerinde en ufak tereddüt dahi yoktu.
Kılıç sağ ve sol gözünü aynı anda kesecekken iki gözde aynı anda parladı.
Tink!
Altair'ın kılıcı elinden uçtu ve yere düştü. Ancak Altair vaz geçmemiş, bu sefer kılıç yerine ellerini kullanmıştı.
Zeng!
Sağ gözünden kanlarla birlikte kırmızı bir ışık yayıldı. Işık Altair'ın eline temas ettiği anda eli ufalanmaya başlamıştı. Tırnaklarından dirseğine kadar önce çatlamış ardından kum gibi etrafa dağılmaya başlamıştı.
Sol gözü, sağ gözüne karşı gözyaşlarıyla birlikte mor bir ışık gönderdi ve bütün çatlakları iyileştirmeye başladı. İyileştirme hızı bir anda katlanarak sağ gözü bastırmaya başladı.
Altair'ın iki kolu da aynı anda eski haline dönmüştü. Ancak mor göz bununla durmamıştı. Bir kaç kere seğirdikten sonra irisinde garip bir yazı ortaya çıktı.
Mühürle!
Kırmızı göz çılgın bir duruma gelmiş, kendi etrafında dönüyordu. Kırmızı bir ışık yayarak mor gözü yok etmeye çalışsa da, mor göz onu hızlıca mühürledi.
Mor renk biraz daha koyulaşsa da, kırmızı göz mühürlenmişti. Mühürlenen kırmızı gözün yakut şeklinde ki hali bir anda mora dönüşmeye başladı.
Sol gözle aynı renge ve şekle geldi. Altair'ın tüm acısı bir anda dinmişti.
Artık iki gözü de mor yakut şeklindeydi.
Kırmızı göz sanki hiç var olmamış gibi ortadan kaybolmuştu.
Bu Altair'ı hiç sevindirmemişti. Aksine gözlerini yok etmekten vaz geçerek torbasında ki Şeytan Gözü zehrini ağzına attı.
Berke önceki hayatında hiç fiziksel acı çekmemişti. Bu hayatında ki Altair'da aynı şekildeydi. Hep psikolojik acılar çekmişlerdi. Acılar onların psikoloji olarak yaşıtlarını geçmelerini sağlasa da, aslında bir bakıma onlar zayıf noktalarıydı.
Bir süre Altair hayatında çektiği acının binlerce katını hem ruhsal hem de fiziksel olarak yaşamıştı. Bu yüzden önceden övündüğü zihni darmaduman olmuş, bu acısını sonlandırmaya karar vermişti.
Şeytan Gözü zehri midesine indiği anda tüm vücudu terlemeye başlayarak, vücut ısısını artırdı. Nefesi ağırlaşarak, iç organları kavrulmaya başladı.
Acı çekse de sabah çektikleri karşısında bu bir hiçti. Tüm zihni rahatladı ve yere yığılırken zafer kazanmış bir gülümseme ortaya çıkardı.
Sonunda rahatlayabilirim. Tüm o acılardan kurtuldum!
Bilinci kapandı ve kalp atışları yavaşlamaya başladı.
Ta ki durana dek...
...
Altair gözlerini tekrardan açtığında etrafa bakındı. Bulunduğu ortamı sadece bir kelimeyle açıklayabilirdi.
'Hiç'
Burada hiçbir şey yoktu. Tam anlamıyla hiçbir şeydi. Işık ya da karanlık, rüzgar, sıcaklık, nem hatta hava bile yoktu.
Ayağa kalkmak için yere temas ettiğinde düşme hissi oluştu ve tüm ilkel güdüleri alarma geçti. Tüyleri diken diken olmuş, kalbi korkudan duraklamıştı.
Çünkü zemini hissetmiyordu. Ancak orada bir şey olduğunu biliyordu. Kendini destekleyerek ayağa kalktı. Bir adım attı ve dengesini kaybederek yere düştü. Çünkü tam anlamıyla hiçbir şey yoktu. Adım attığı sırada boşluğa düşme hissi kalbini gümletiyordu. Aynı şekilde yere düşerken de bu his çoğalmaya başlamıştı.
Tekrardan ayağa kalktı ve tekrardan bir adım ilerledi. Ancak ayağı olmayan zemine dokunduğu sırada vücudu korkuyla geri yere düştü. Ve tekrardan boşluğa düşme hissiyle doldu.
Tekrar...
Tekrar...
Tekrar...
...
Altair kaç kere denediğini bile bilmiyordu. Artık çıldırmanın ucuna gelmişti. Eliyle kendini boğazlamaya çalıştı ama dokunmaya çalıştığı yerde kendisi yoktu. Sanki bir havayı yakalıyordu.
'Ben yokum? Zemin yok. Hislerim yok. Sadece bir şeye dokunduğumu hissediyorum ama orada da bir şey yok? Burası cehennemin katlarından birisi mi? Demek cehennemi hak etmişim...'
Altair tekrardan ayağa kalktı ve ilerlemeye çalıştı. Ama adım attığında vücudu kendini otomatik olarak koruma moduna alıyordu.
Yüzlerce kez adım atmaya çalıştı ancak dokunduğu anda kollarını ve bacaklarını vücudunu korumak için çekiyordu. Bu da boşluğa düşme hissini getiriyordu.
Altair şu ana kadar binlerce kez adım atmaya çalıştı ve hepsinde başarısız oldu. Ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordu. Çünkü burada zaman bile yoktu.
'Tekrar... Tekrar...Tekrar!' Altair pes etmeden denemeye devam etti. Vücudu yavaş yavaş en ilkel içgüdülerden birisine alışıyordu.
Boşluğa düşme korkusu yavaşça azalıyordu. Binler... yüzbinler... milyonlar... milyonlarca adım atmasına rağmen en büyük başarısı dengesini adım atarken kaybetmemesiydi.
Bir süre sonra artık sağlam bir şekilde basabiliyordu. Tekrardan ayağa kalktı ve tekrardan ayağını kaldırdı. Ayağını kaldırdığı anda diğer ayağı kasılmaya ve titremeye başladı. Ancak Altair kaldırdığı ayağını ileriye uzatarak olmayan zemine bastı.
İleriye doğru eğildi ve diğer ayağını getirmeye çalıştı. Arkada ki ayağını kaldırdığı anda tüm vücudu kasıldı. Ancak! Derin bir nefes vererek kendini sakinleştirdi ve diğer ayağını yanına getirdi.
Tap!
Altair sonunda bir adım ileri atmıştı.
Adım attığı anda başını keskin bir ağrı vurdu. Gözleri kararırken yere yığıldı.
"Hah?!" Altair boşluk hissiyle bir anda yerinden zıpladı. Etrafına baktığında bu sefer tekrardan karanlıktaydı. Ama bir değişiklik vardı. Kafasının üzerinde dev gibi iki tane göz vardı.
Birisi sakin, bilge ve dost canlısı gözüken mor renkliydi.
Diğeri şeytani, bencil ve kibirli gözüken kırmızı renkliydi.
İkisinin de ortak bir yanı vardı. Birbirlerine olan bakışları düşmanca ve nefret doluydu. Ateş ve su gibilerdi. Birbirlerini yok etmek istiyorlardı.
Kırmızı renkli gözün etrafını mor zincirler çeviriyordu. Bu zincirler onun gücünü mühürlüyor, ortaya çıkmasını engelliyordu.
"Ne oluyor burada? Bu da ne?" Altair kafasını kaldırıp mor ve kırmızı göze baktı. Gözlerin altında uçan bir plaka vardı. Üzerinde garip bir dilde yazılar yazıyor olmasına rağmen Altair ana dili gibi okuyabiliyordu.
"Cennet ve Cehennem mi?!" Altair yanlış görmediğine emin olmak için tekrardan baktı ve yanlış görmediğine emin oldu. Mor gözün altında 'Cennet' kırmızı gözün altında 'Cehennem' yazıyordu.
Altair'ın gözleri büyüdü ve nefretle bağırdı. "Benim acı çekmeme neden olan siz misiniz?!" sesinde ki nefret Cehennem gözünün kısılmasına neden olmuştu. Altair onun güldüğünü fark etti.
Gözlerinde çok büyük bir nefret ortaya çıktı ve mor gözleri ölümcül bir niyetle parladı. Cennet gözünden yaşlar gelirken Altair'a döndü. Özür diliyor ve durumuna üzülüyor gibiydi.
Bızırt!
Cehennem gözünü saran mor zincirlerin etrafında beyaz yıldırımlar ortaya çıktı. Bu yıldırımlar öğrencisini cetvelle cezalandıran bir öğretmen gibi Cehennem Gözüne döndü.
En ufak tereddüt etmeden Cehennem gözünün üzerine düştü.
ARGH!
Altair'ın zihninde korkutucu bir çığlık doldu. Bu çığlık acı çeken bir devi andırıyordu. Ama Altair bu çığlığı umursamadı. Gözleri tekrar tekrar parladı ve beyaz yıldırımlarla cehennem gözünü vurdu.
Gözün korkutucu çığlıkları Altair'a hiçbir şey hissettirmiyordu. Hatta o çığlık attıkça gözlerinde çılgınlık beliriyordu. Sabah çektiği acının kaynağı bu lanet olası gözdü.
Hala onun acılarını ve o zaman ki psikolojisini hatırlıyordu. Kendini öldürmek istemesini, dişlerini parçalayacak kadar sıkmak zorunda bırakılmasını! Her şey ruhuna kazınmıştı.
Hayatı boyunca asla unutmayacaktı.
Acımadan Cehennem gözüne yüzlerce kez çığlık attırdı. Gözü her parladıkça zihni kararıyordu ve giderek daha da çılgınlaşıyordu.
Kendini kaybettiğinde yere yığıldı ve gözleri karardı. Bilincini kaybederken orta parmağını ona büyük nefretle bakan Cehennem Gözüne kaldırdı.
"Uslu durmazsan seni cezalandırırım kızıl p*ç!"
...
Altair aniden uyandı ve derin nefesler almaya başladı. Başı çatlayacakmış gibi ağrıyordu. Son iki günü onun en büyük cehennemi olmuştu.
"Ben ne yapmaya çalıştım?!" Altair kafasını eğdi ve gözyaşları akmaya başladı. Kendini öldürmeye çalıştığı aklına gelince bu durumu kaldıramadı. Tüm ağırlığını gözyaşlarıyla dışarı atıyordu.
Altair önceki hayatında ve bu hayatında hiç bu kadar ağlamamıştı. Tam bir saat boyunca bunalıma girdi. Sürekli yalnız olduğu için onu teselli edecek, yanında duracak birisi de yoktu. Bu kısa sürecek bir durumu daha da uzattı.
Bir saat boyunca üzerinde ki yükü atmak için ağladı. Kafasını kaldırdığında gözlerinde derin bakışlar vardı. Öncekinden daha derin ve sakindi.
"Daha fazla acı çekmemek için güçlü olmam gerekiyor. Güçlü olmak içinde acı çekmem gerekiyor. Bu çok ironik..." gözyaşlarını sildi ve ayağa kalktı.
"Ne yaparsan yap.. kendini kaybetme! Bir daha kendimi öldürmeye çalışmak yok. Önceden emin değildim ama artık eminim..." yanaklarını tokatladı ve tamamen kendine geldi.
Dudakları yukarıya kıvrıldı. "En güçlü olacağım..." kararlı bir şekilde konuştu. "Ama önce odayı temizlemeliyim... Ayrıca bir abdest alayım! Bu nasıl bir cenabetliktir? Yakında kafama yıldırımda düşer!" Altair artık hiçbir şeyden emin değildi.
"Uwaa~ Cidden çok kötü. Neredeyse kusacağım!" hızlıca üzerinde kıyafetleri çıkardı. Altında sadece bir tane don kalmıştı. Onun dışında ki bütün elbiseleri kan revan içindeydi. Keskin kan kokusuyla birleşmiş çürük bir koku daha vardı.
Altair kokunun kaynağını bulmaya çalıştığında ağzından çıkan siyah kanlar olduğunu gördü. Hala yaşadıklarının etkisinden çıkamamıştı. Bu yüzden bir şeyleri geç fark ediyordu.
"Hah? Bir dakika!" önce kollarına ve bacaklarına baktı. Ardındansa eliyle boğazını yokladı. Prangaların artık orada olmadığını görünce sevinmişti. 'Artık mana ve qi toplayabilirim.'
'Acaba Cennet gözünün etkisi miydi? Cehennem gözünün bileğimi yok etmeye çalıştığını hatırlıyorum. Cennet gözleri de iyileştirmişti. O sırada yok olmuş olabilir.' Cehennem ve Cennet gözünün gücünü düşündüğünde omurgası ürperdi 'Prangalar usta seviyesinde olan hazinelerdi! Yani... Tek ışınla usta seviyeyi ayrıştırabiliyorlar.'
"Önce elbise bulmalıyım. Ayrıca hasarı da karşılamam gerekiyor..." Altair odanın kapısına baktı. Kapıyı; yemek masası, dolap, sandalyeler, koltuk ve tahta yatak tutuyordu.
"Odayı biletle birlikte veriyorlar. 700 kişi var ve sadece 400 oda var. Belki birisine para verirsem odayı paylaşabiliriz." Altair sadece havalandırmak için olan pencereye baktı ve güneşin tekrardan yükselmek üzere olduğunu fark etti.
"Yani çoktan bir gün geçmiş... Geriye sadece 10 gün kaldı." kapının arkasında ki tahta mobilyaları bir kenara çekti ve kılıcını kınına, hazine torbasını da beline astı. "Saçlarım, yüzüm, kollarım da dahil bir çok yerim kanlı... Simya çalışması yaptım diyelim... Ayrıca orayı temizlemem gerekiyor." kapıyı açtı ve koridora çıktı.
Altında sarı boxer tarzı bir donla beline bağladığı kemere asılmış torba ve kılıç... Garip bir tarzdı.
Hızlı adımlarla yukarı kata, güverteye çıktı ve bir görevli buldu. Görevli ona garip gözlerle bakıyordu. Kanla kaplı yerler ve sadece donla gezen birisine başka türlü bakılmazdı.
"Buyrun? Bir şeye mi ihtiyacınız var?" Adam zorlukla gülümsedi.
Altair sıradan bir şekilde konuştu. "Kıyafet alabileceğim bir yer var mı? Ayrıca banyo da..." sesinde en ufak bir şekilde çekinme ya da utanma yoktu. "Birde yeni bir oda istiyorum. Fiyatı neyse vereceğim."
"Banyo yapmak için en alt kata gidebilirsiniz. Erkekler için dört adet banyomuz var. Kıyafet almak için bir yerimiz yok. Ama başkalarıyla takas yapabilirsiniz." adam kaşlarını eğdi. "Yeni bir oda ise... 1000 altına ikinci odayı alabilirsiniz."
Altair 1000 altını duyunca kaşlarını çattı. "Hazinelerle takas yapıyor musunuz?"
"Evet. Ama sadece büyücü hazineleriyle yapıyoruz." adam ellerini ovuşturdu.
Altair elini kesesine attı ve tüm hazineleri çıkardı. "Burası en fazla 1500 altın eder. Bir oda istiyorum ve benim için kıyafet bulun. Kalan parayla da oda 150'yi temizleyin."
"Anlaşıldı." adam keseyi aldı ve hızlıca oradan kayboldu. Altair hiç endişelenmeden en alt kata indi. Üç numaralı erkek banyosuna girdi ve kendini temiz suya fırlattı.
Poseidon Deniz Şirketi özellikle taşımacılıkla ilgilenen dev bir şirketti. Müşteri memnuniyeti en büyük öncelikleri olduğu için gemiler konusunda paraya kıymışlardı.
Bu yüzden Altair bu imkanlara şaşırmamıştı.
Kısa sürede üzerinde ki tüm kanı temizledi ve beline bir havlu takarak çıktı.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..