Not: 1803 kelime oldu. Bence iyi ya... Bu arada okunmaya rağmen beğeniler ve yorumlar az! Beğeniler ne kadar fazla olursa, yazarlar o kadar gaza gelir.
Ayrıca sağlam fikirleri olan varsa yoruma yazabilir. Aklıma yatarsa, ekleyebilirim...
İyi seyirler...
...
Gemini üzerinde ki kalkan bir anda açılmış ve genç adamın tüm saldırısı gemiye isabet etmişti. Gemide delikler oluşurken çığlıklar yükselmeye başladı.
Altair üzerine gelen siyah su damlasını gördüğünde kalbi ağzına geldi ve herkesi boş vererek geriye zıpladı.
"ARHG!"
"ARGH!"
Etraftan çığlıklar yükselirken, çocuklar ağlamaya başladı. Altair geriye doğru çevik bir takla attı ve kendini durdurdu. "Kara Haç tarafından saldırıya uğradık ama neden?"
Tüm gemi delik deşik olmuştu. Güvertede küçük bir kan denizi oluşurken, altı yüzden fazla ölü beden olmuştu. Bu bedenler içerisinde Altair'ın biraz önce kart oyunu oynadığı kişilerde vardı. Altair etrafa baktığında sadece Ellard'ın yere diz çökmüş olduğunu gördü. Göğsünden dumanlar yükselirken dişlerini sıkıyordu.
Diğer tüm adamların alnında ya da kalbinde delikler vardı.
Onlarca metre de hayatta kalan sadece iki kişi vardı.
Altair ve Ellard!
Altair'ın başkalarını düşünecek durumu ya da merhameti yoktu. Bozulan büyü kalkanından dışarı fırladı ve yerden bir kılıç kaptı.
"Daha dev haç saldırısını yapmadı. Asıl savaş o zaman başlayacak! Bu sadece ön gösterim olmalı..." Altair'ın zihninde şimşekler çakmaya başladı.
İki gözü de garip bir şekilde parlamaya başladı ve garip bir şekilde güçlendi. Etrafta kan gölü ve ceset dağları olsa da en ufak bir şekilde garipsemedi. Hatta yüzünde ufak bir gülümseme dahi vardı.
Etrafta ki kimseyi umursamadan odaların olduğu kata indi. Güvertede ki insanların %90'nı ölmüş, ya da hareket edemeyecek konuma gelmişti. Oradakilerin hiçbir işe yaramazdı ve kurtarılamazdı.
"Kırmızı saçlı kızı bulmalıyım. Neden bilmiyorum ama tüm vücudum onun güvende olduğunu görmek istiyor... Ayrıca sağ gözüm sızlamaya başladı." Altair etrafa baktığında yerde kanlar gördü.
Birinci kat tamamen erkeklere ait olduğundan dolayı hızlıca ikinci kata indi. Ancak mor gözü bir anda zonklamaya başlayınca durakladı.
Büyük bir tehlike geliyordu!
Hemen bulunduğu yerden geriye doğru zıpladı.
Krack!
Bulunduğu yere kara bir ok inmiş ve geminin içinde bir delik daha oluşturmuştu.
"Dev haçtan geldi. Böylece öğrenmiş oldum ki... Cennet gözü tehlikeyi öngörebiliyor." Altair parçalanmış merdivenlerin üzerinden, sağlam olanların üzerine zıpladı ve devam etti.
"Karanlık Zincirler!"
"Ateş Ejderhasının Dansı!"
Altair garip sesler duymasıyla durakladı. "Bu da ne? Chuubinyou japonlar mı bastı burayı?" ancak bir kaç saniye sonra yanıldığını fark etti.
Bunlar büyülerin isimleriydi!
Yerde büyük bir çember oluştu ve içinden gümüşümsü zincirler çıktı ve hepsi bir yöne doğru ilerledi. Altair zincirlerin gittiği yöne baktığında hem sevinmiş, hem de endişeyle dolmuştu.
Yemek yerken karşılaştığı ve kafaya taktığı kızın önünde büyük bir savaş dönüyordu. Su büyücü olan kadınları öldüren genç adam ve kızıl saçlı güzelin korumasıymış gibi onu koruyan yaşlı bir büyücü onun önünde büyü atışları yapıyordu.
Yaşlı adam kızı canı pahasına korurken, genç adam tam tersini yapıyor, öldürmeye çalışıyordu.
"Uzun zamandır görüşmüyoruz prenses! HAHAHAHA! Hâlâ Kalfa Büyücüsünüz... Ablanızla aranızda ki yetenek farkı kendisini göstermeye başlamış!" genç adam yerden çıkan zincirleri bir kırbaç gibi salladı. Zincirler havayı yararak yaşlı adama doğru gidiyordu.
"Senin de pek geliştiğin söylenemez Ferron! Hâlâ sıradan bir büyük ustasın! Bana ihanet etmene rağmen hayal kırıklığına uğradım!" yaşlı adam asasını uzattı ve büyü sözlerini söyledi.
"Çağırdığım şey! Yıldırım!"
Asasından kırmızı yıldırımlar genç adama doğru patladı. Genç adam zincirlerle kendini korumaya çalışsa da yıldırım büyüsü zincirlerin içinden geçti ve adamı binlerce woltla çarptı.
Genç adamın üzerinde ki elbiseler yanarak ortaya iğrenç yara izleri çıkardı. Saçları kül olmuşken, derisi kararmıştı.
"Yıldırım mı? Sen sadece aşağılık bir ateş büyücüsüydün! Öhhö!" genç adam ağzından küller öksürdü. Dizlerinin üzerine düştü ve gözleri döndü.
"Yoksa sen aştın mı?!" yere yığılırken ağzından çıkan son kelimeler bunlardı. Altair uzaktan ona bakınca gözlerinde artık ışık kalmadığını gördü.
Tek bir büyüyle ölmüştü!
Yaşlı adam yere yığılan Ferron'a bir bakış attıktan sonra derin bir iç çekti. Ardından tam olarak Altair'ın bulunduğu yere baktı ve "Çıkabilirsin." dedi.
Fark edildiğini anlayan Altair Ferron'a bakarak saklandığı yerden çıktı. Ferron'a bakarken ürkmek yerine gözleri parlıyordu. Az önce yüzlerce kişiyi öldürmüş olan birisi kül olmuştu.
Altair'ı gören prenses kaşlarını çattı. "Sen..."
"Ah... Korkmanıza gerek yok. Ben meleklere bok yedirecek kadar güzel olan hanımefendinin sofra arkadaşıyım." Altair utanmadan koca bir cümleyi tek nefeste söyledi.
Yaşlı adam arkasında ki prensese baktı.
Prenses soğuk bir sesle "Endişelenmene gerek yok. Çekirdeği sakat olmalı..." dedi. Dedikleri Altair'ın kaşlarını çatmasına yetmişti.
"Sakat mı?"
Yaşlı adam kafasını salladı. "Evet... Tahminen 8-10 yaşları arasındasın. Bu yaşlarda ki insanlar çoktan mana çekirdeklerini uyandırmış oluyor. Daha geç uyananlar olsa da, sen çoktan ikinci çeyrekte olmalısın."
'Tsk! Ne sikimden bahsediyorlar? Hiçbir şey anlamıyorum...'
"Hey, yaşlı adam bizi buradan çıkarabilir misin?" Altair prensesin güvende olduğunu görse de içinde tuhaf bir his doğdu. Sağ gözünde ki ağrı gittikçe artmaya başlamıştı. Sol gözüde sürekli dikkatli olmasını söylüyormuş gibi zonkluyordu.
"Seni çıkaramam ama genç prensesi çıkarabilirim." yaşlı adam soğuk bir şekilde konuştu. Tanımadığı biri için tek kullanımlık olan bir büyüyü mü harcayacaktı? Pfft! Aynı durum Altair'a olsaydı götüyle gülerdi.
Durumu anlayan Altair anlayış gösterdi. "Anladım. Prensesi hemen buradan çıkarsan iyi olur. Bu sadece ön savaş gibi bir şeydi... En azından ben öyle hissediyorum."
"Sen gelmesen yapacaktım zaten..." yaşlı adam prensesin diyeceklerini beklemeden asasını üç kere yere vurdu. Vurduğu yerden başlayarak bir dikdörtgen çizildi.
Dikdörtgen alan önce büküldü ardından genişleyerek yırtıldı ve bir portal ortaya çıkardı.
'Işınlanma mı? Güzel...' Altair yaşlı adama baktı ve soğuk gözlerle konuştu. "Hızlıca gidin... Ayrıca prensese bir şey olursa, seni bulup öldürürüm!" mor gözlerinde soğuk bir parıltı oluştu. Gözlerinde en ufak bir tereddüt yoktu.
Çünkü gerçekten öyle yapacaktı!
Arkasını dönüp en alt kata inecekken sol gözü bir anda kırmızı bir şekilde parlamaya başladı. Kapatma fırsatı bulamadan geminin duvarlarından ahtapot kollarına benzer bir şeyin prensesi deşmek üzere olduğunu gördü.
Zaman Altair için durmuş gibiydi...
Altair'ın gözleri karardı ve iki göz rengi de yakut kırmızısına döndü. Altair ayaktayken bilincini kaybetmişti.
...
"Tekrardan mı burası?" Altair tekrardan iki dev gözün altında uyandı. Bu sefer iki gözü de yakut gibi kırmızıydı.
"Zihin Sarayına hoş geldin alçak p*ç!" Altair'ın karşısında kırmızı gözlü başka bir Altair ortaya çıktı ve ona sövdü. Onun derisi hariç her yeri yakut gibi kıpkırmızıydı.
Altair önünde ki kırmızı gözlü Altair'a baktı. "Sen Cehennem gözü müsün?" bunu başarabilecek sadece iki şey vardı. Cennet ve Cehennem gözleri. Bu kişi kırmızı olduğuna göre Cehennem gözü olmalıydı.
"O da ne a*ına koyayım?! Her neyse acelemiz var! Bana bedenini ver. Bende o kızı kurtarayım?!" Cehennem gözü Altair'ın bedenindeyken konuştu. Altair ile aralarında ki tek fark onun, daha parlak ve güzel kırmızı gözleri olmasıydı.
"Karşılığında?" Altair sordu. Böyle bir p*çin karşılıksız bir şey vereceğini düşünmüyordu.
"Sadece beni mühürlememeni istiyorum. Sonsuza kadar..." Kırmızı gözlü Altair mutlu bir şekilde konuştu. "Mor göz p*çi gelmeden önce karar versen iyi olur. Yoksa çok sevdiğin kız arkadaşın ölecek! Ve sen delireceksin! Hahahah!"
O sırada diğer taraftan bir ses geldi. "Sakın ona inanma!" Altair'ın arkasında mor gözlü bir Altair ortaya çıktı. Bu Cennet gözü olandı.
"Neden? Bana çok mantıklı geldi." Altair elini çenesine koydu. O kızı kurtarabilirse feda edemeyeceği hiçbir şey yoktu.
Hayatı bile!
"Senin bedenini aldığında bir daha asla senin olmayacak! Artık o gözün yerini sen alacaksın ve bu karanlıkta mahsur kalacaksın!" mor gözlü Altair bağırdı.
"Yirmi saniyemiz kaldı... Kararını çabuk versen iyi olur... Sonuçta ben senden daha güçlüyüm değil mi? Seni küçük p*ç!" kırmızı gözlü Altair mor göze küfür etti.
Mor gözlü Altair hemen karşı çıktı. "Hayır benden daha güçlü değilsin. Sadece savaşçılara odaklısın. Beni asla büyü konusunda yenemezsin! Bu tür konularda beni asla yenemezsin!"
Altair'ın kaşları çatılmıştı. "Peki hiçbir şey yapmazsam? Üçümüz birlikte ölürüz değil mi?"
"Hayır. Yalnızca sen ölürsün!" Cennet ve Cehennem gözleri aynı anda yanıtladı. İlk defa bir şeyde anlaşmışlardı.
"Nasıl yani? Siz benimle birlikte gitmiyor musunuz?"
"Siz mi? Biz farklı biri değiliz. Biz seniz, sense biz." Cennet gözü yanıtladı.
"???" Altair'ın gözleri büyüdü. Bunlar ne sikim diyordu?!
"Anlamadın mı aptal?! Aynı parçaya aitiz. Mor gözlü piçle ben, senin ruhunun parçalarıyız!" Kırmızı gözlü Altair dudaklarını büzdü.
"Oh... O zaman beni neden yok etmeye çalışıyorsunuz? Özellikle sen! Ayrılabiliyorsak, birleşebiliriz de! Değil mi?" Altair kaşlarını kaldırdı. Mantıklı bir şey söylemişti.
"Sanki bir zeki sensin?! Bizde her zaman bunu deniyoruz. Ama senin güçsüzlüğün yüzünden bunu yapamıyoruz. Asla bizi tam güçle kullanamayacaksın seni zayıf piç!"
Cennet gözü ağlamaya başladı. "Eğer birleşirsek bedenin ve ruhun parçalanacak. Kırmızı gözde buna engel olmak ve yaşamak için senin ruhunu yok edip, bedeni ele geçirmek istiyor. Böylece senden çok daha hızlı bir şekilde güçleneceğiz."
"Ah... Bu arada üç saniye kaldı. Sonra prenses paramparça olacak. Benim için hava hoş... Eğer delirirsen kontrolünü kaybedersin, bende seni ele geçiririm." Kırmızı göz mutlu bir şekilde gülümsemeye başladı.
"Eğer onu öldürmeye çalışırsan bende kendimi yok ederim. Sende asla bedeni kontrol edemezsin." Cennet gözü daha da fazla ağlamaya başladı.
"Ne?! Yok olmayı göze alabiliyor musun? Her ne kadar onun duygularının parçaları içimizde olsa da, onu o kadar önemsiyor olamazsın?! Değil mi?!" Kırmızı göz paniklemeye başladı.
"Sadece kendi tarafından bakıyorsun olaya! Sen onu kurtarmayacaksan tüm gücümü feda ederek ben yapacağım. Her ne kadar vücudu yenilerken gücümün %75 tükenmiş olsa da, hala senden daha çok imkanım var. Ben bedene müdahale edebiliyorum!" Mor göz duruma daha da üzüldü ve daha çok ağlamaya başladı.
Altair onun on litreden daha fazla gözyaşı döktüğünü fark etti.
"Sen! Seni çılgın piç!" Kırmızı göz bağırmaya başladı. Gözlerinden öfke ve nefret saçılıyordu. Ancak dudakları garip bir açıyla gülüyordu.
"Ah... Her neyse.. Daha uzun süre beklemem gerekecek! Ama sonunda bu beden benim olacak." Kırmızı göz şakaklarını ovdu. Ardından Altair'ın gözlerinin önüne geldi.
Altair o sırada gözlere dalmıştı. Yakut gibi gözlerin içinde garip bir sis hareket ediyordu. En güzel mücevherlerden bile güzel olan bu gözün kendisine ait olması sevindirse de, aynı oranda korkutuyordu.
"Kendini sıcak suyun içine bırakmışsın ve çişini yapıyormuş gibi rahatlat." Kırmızı göz sakin bir şekilde konuştu. Ardından kafasını mor göze çevirdi. "Mühürlerimi serbest bırak. Bundan sonra istesem de birkaç yıl boyunca uyanamayacağım. Lanet olsun..."
Cennet gözünden mor yaşlar akmaya başladı. Ellerini birleştirdi ve ağzını açtı.
"Set Liberi!"
Yukarıda ki dev Cehennem Gözünü bağlayan zincirler çözüldü ve kapalı olan Cehennem gözü açıldı.
"Senin bedenindeyken sakin olmamı sakın bekleme! Lanet herif!" Kırmızı gözlü Altair'ın gözleri parlamaya başladı ve bedeni ufalanmaya başladı.
"Mutare!"
...
Altair'ın gözlerinde kan renginde şimşekler ortaya çıktı ve yıldırımlarla dolu bir nefes verdi. Vücudunu yıldırım arkları sararken, olduğu yerden kayboldu.
Sanki ışınlanırmış gibi saniyenin yüzde birinde prensesin arkasında belirdi. Elinde kırmızı bir top belirdi ve onun sırtına sert bir yumruk attı.
Kırmızı top prensesin sırtına değdiği anda yıldırımlar patladı ve Altair'ın arkasında ki yeri tamamen yok etti. Ortaya çıkan ahtapot kolları yıldırımın etkisiyle yok olurken, yakıcı güneşin ışınları içeriye vurmaya başladı.
Kırmızı saçlı prenses yaşlı adamın açtığı portala uçarken, yaşlı adamın gözleri büyüdü. Çünkü Altair'ı görebilmişti.
Altair'ın kızıl gözlerinde ki ışık sönmek üzereyken yaşlı adama bir bakış attı. Onu gördüğünü fark etmişti. İğrenç bir şekilde gülümserken elinden bir yıldırım gönderdi.
Yıldırım yaşlı adama çarptığı anda gözleri karardı ve portala uçtu.
"Siktir. Bedenime bu kadar güç fazla! Yakında parçalara ayrılacak. Hatta çatlaklar ortaya çıkmaya başladı. Üstelik yukarıda ki dev haç çok sıkıntı!" Cehennem gözü ışınlanma portalının altını yok etti ve büyüyü bozdu.
Ardından pis bir şekilde gülümserken mavi denize zıpladı ve denizin derinliklerine daldı. Büyülerle kendini güçlendirmiş belli bir noktaya doğru ilerlemişti.
Gözlerinde ki kırmızı yıldırımlar söndüğünde göz kapakları kapandı.
"Daha uzun dayanırım sanmıştım!"
...
Anlamayanlar olursa diye yazıyorum! Altair'ın ruhu üç parçaya ayrılmıştır! Birisi kendi orjinaliyken, diğer iki parça; Cennet ve Cehennem gözünü oluşturmuştur. Yani bu gözler tamamen Altair'dan gelmiş olan duyguların yansımasıyla oluşan kişilikler.
Kısaca; ikisi de Altair'ın parçasıdır.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..