Bölüm 16: Mor, Kırmızı, Gümüş ve Siyah

avatar
910 20

Yüce Büyü Hükümdarı - Bölüm 16: Mor, Kırmızı, Gümüş ve Siyah



"YEŞİL EJDERHA SUDAN ÇIKIYOR!" Kızıl Irmak yüksek bir sesle bağırdı. 


O sırada Altair elinde ki tahta mızrağı aşağıdan yukarıya doğru döndürürken bağırdı. "YEŞİL EJDERHA SUDAN YÜKSELİYOR!" Altair mızrağın arkasını yere vurdu ve geriye doğru yükseldi. 


"DOĞU ZİRVESİ GÜNEŞİ TUTUYOR!" Kızıl Irmak heyecanla bağırdı. Gaza gelmiş gibiydi. 


"DOĞU ZİRVESİNİN İNSANLARI GÜNEŞE SAYGI GÖSTERİYOR!" Altair mızrağı tekrardan dayayarak havaya yükseldi. Ardından havadayken mızrağı yanına çekti ve havada dönerek mızrağı savurdu. 


"YÜCE ÖLÜMSÜZ İNSANLARA YOL GÖSTERİRKEN!" 


"GÖKYÜZÜNE AKAN IRMAĞI TAKİP EDİYOR!" Altair yere indi ve mızrağı omzuna yerleştirdi. Gözleri öncekinden daha derin bakarken vücudu en sevdalı vücut geliştiricilerini kıskandıracak kadar estetikti. 


Geniş omuzlar ve ince beli vardı. Artık 180cmye ulaşmış boyu, parlak mor gözleriyle dehşet verici bir görüntü oluşturuyordu. 


Altair artık 14 yaşındaydı. İki yıl gibi bir süredir her gün sadece üç saat uyumuş, gerisini kendini eğitmeye ayırmıştı. Biraz önce söylediği sözlerde dikkatini kaybetmesini sağlamak için yapılan bir egzersizdi. 


Kızıl Irmak Altair'a seslendi. "Artık Gökyüzüne Akan Irmak'ın 41 akışını tamamladın. Ayrıca Sakin Nehir duruşu konusunda ki ustalığın sayesinde artık vücudun bütün hareketlerine uyum sağlayacak. Ama sakın tamamladın diye eğitimleri es geçeyim deme! Bu eğitimleri düzenli olarak yapmalısın ki gelecek olan daha zorlu antrenmanlara dayanabilesin!" 


"Odak konusunda herhangi bir sıkıntın yok. Bu yüzden sana Kızıl Irmak Silah Sanatı'nın Durgun Irmağı'nı öğreteceğim. Bu ikinci adımdır. Gökyüzüne Akan Irmak senin hakimiyetini, hareketlerini ve mızrak oyununu geliştirirken Durgun Irmak gücünü geliştirecektir. Korkmana gerek yok. Sadece 24 durgun saldırıdan oluşuyor. Ama her birisi diğerinin iki katı daha zor." Kızıl Irmağın sesi sonlara doğru kısıldığı için Altair duyamamıştı. 


Altair kafasını salladı ve hareketleri dinlemeye başladı. 


"Gökyüzüne Akan Irmak'ın duruşunu aldıktan sonra mızrağı kafanın üzerinden ileri doğru savur. Sol ayağın arkada, sağ ayağın bir adım ileride olacak. Savururken tüm vücudunu kullan. Bel, sırt, omuz, bacak, nefes, bilekler ve kolların dahi hepsi bir anda hareket etmeli. Ancak böyle daha güçlü olabilirsin."


Altair ona ne dendiyse yaptı ve duruşunu alarak mızrağını tüm vücuduyla savurdu. Gücünün %10'unu kullanmasına rağmen 5 kat daha fazla etki etmesi onu şaşırtmaya yetmişti. 


"Arada ki farkı gördün mü? Şimdi ileri ani bir adım at. Arka ayağın hafif kırılarak seni öne atacak. Önde ki ayağın 90 derece kırık olacak ve yerle hemen temasta bulanacak." 


Altair bir yay gibi gerildi ve sol ayağını hafifçe eğdi. Tüm gücünü vücuduna dağıttıktan sonra tüm vücudunu kullanarak ileri atıldı. 


Swish! 


Tahta mızrak olmasına rağmen önünde ki havayı delip geçmişti. 


Altair'ın gözleri parlamaya başladı. "Bu Kalfa Savaşçıların gücü mü?" 


Kızıl Irmak onayladı. "Evet. Qi oluşturamasan bile onların savaş gücüne erişebilirsin. Ancak onlar senden daha kuvvetli ve hızlı olacaklardır. Onları yenmenin tek yolu her şeyini kullanmaktan geçiyor." 


"Devam edeceğim!" Altair'ın gözlerinde kırmızı bir ışıldama oldu. Altair bunu fark etmeden mırağını üçüncü hareket için ilerletti. 


BOOM!


Altair mızrağını savurduğu anda mızrağın ucundan yıldırımlar patladı ve etrafta ki mana akışı bir anlık duraklamaya uğradı. 


Ayaklarının altında ki taş zemin çatlamış, elinde ki mızrağın ucu parçalara ayrılmıştı. 


Altair bir anda dizlerinin üzerine çöktü ve kan kusmaya başladı. Neler olduğunu bilmiyordu. Ancak iyi bir şey olmadığı belliydi. Neler olduğunu düşünürken gözleri karardı ve bilincini kaybetti. 


Tekrardan gözlerini açtığında kaşlarını çattı ve sövdü. "Gene mi bu siktiğimin hiçliği?" Altair ayaklarının altında ki hiçliğe baktı. Burası boşluğa düşme hissinin sürekli ortaya çıktığı yerdi. Attığı her adım ona boşluk hissi veriyor, atalarından kalma uyarıyı devreye sokuyordu. 


Ancak...


"Artık işe yaramayacak. O kadar Sakin Nehir çalıştım. Vücudum üzerinde ki kontrolüm yükseldi." Altair kafasını silkeledi ve ayağa kalktı. 


Su gibi durgun gözlerle bir adım attı. Adımını attığı anda hafif öne düşse de ikinci adımıyla dengesini sağlamıştı. Ama buna sevinmeden üçüncü adımını attı. 


Dördüncüyü...


Ardından beşinciyi...


Bir süre sonra bininci adımını getirdi ve parlak bir ışıkla karşılaştı. Bu parlak ışık; Kırmızı, Mor, Gümüş ve Siyah rengindeydi. Etrafta başka bir şey olmadığı için Altair elini uzatarak ona dokundu. 


Işığa dokunduğu sırada beyaz bir şekilde parladı ve kendini Cennet ve Cehennem gözünün altında buldu. Ancak bir değişiklik vardı. 


Burada dördüncü bir kişi vardı. Tamamen Gümüş renkli gözlere ve saçlara sahip olan Altair'dı. Altair kafasını Cennet ve Cehennem gözüne çevirdiğinde kalbi bir anlığına atmayı bıraktı. 


Gümüş renkli Altair kafasını ona çevirdi ve duygusuz bir sesle konuştu. "Peki, çizgide kalıyorsun. Onların ikisi de vaz geçerken söyle bana..." 


Altair şaşırdı. "Neyi?" 


"Benim bu evimin içinde... Hiçbir şey önemsiz ya da bedelsiz gerçekleşemez..." Gümüş renkli Altair bir adım ileri attı ve Cennet gözüne yaklaştı.


"Söyle bana yıldızlar hizalanacak mı?" elinde gümüş bir kılıç belirdi. 


"Ne?!" Altair ne olduğunu daha idrak edememişti. 


"Cennet bize müdahale edecek mi? Bizi günahlarımızdan kurtaracak mı?" Gümüş Altair elinde ki kılıcı kaldırdı ve yerde yatan Cennet gözüne sapladı. Mor renkli kanlar akarken, Cennet gözü hiç kıpırdamamıştı. 


"Onu yok edip özümseyeceğim. Ardından şu kızıl günahkâra geçip onu da yiyeceğim. Ve sen!" Gümüş gözlü Altair, kafasını çevirdi. "Sen köşede dur. Sıranın gelmesini bekle... Bu beden artık benim...  Ödeyeceğiniz bedel bu... 14 yılım için!" 


Altair'ın zihninde şimşekler çakmıştı! Ardından bu bedene fetüste değil, bebek doğarken geldiği aklına geldi.  "Sen... Asıl, Altair de Portus musun?" Altair'ın omuzları titremeye başladı. 


"Ah... Evet... O benim ismimdi... En azından öyle olması gerekirdi... Ta ki... Sen... bu... bedeni... ele... geçirene... kadar..." Gümüş renkli Altair garip bir güç yaydı ve Altair'ı havaya kaldırarak kenara fırlattı. 


Ardından kılıcını kaldırdı ve Cehennem Gözüne saplamak için kaldırdı. 


Bızırt!


Gümüş renkli Altair'ı kızıl yıldırımlar sardı ve bir anda patladılar.


Cehennem Gözü bir anda kafasını kaldırdı ve yıldırım arklarıyla uğraşan Gümüş renkliye baktı. "Ben diğerlerine benzemem aptal piç! Kafamı almanı bekleyecek değilim. " 


Gümüş renkli Altair kılıcıyla kolay bir şekilde yıldırımları yok etti. "Sizin gibi yapay ruhların gerçek sahibiyle savaşması... İronik ve acınası! Her neyse bundan sonra artık bu beden asıl sahibine geri dönüyor..." 


Gümüş kılıcı parladığında orjinal konumundan yok oldu ve Cehennem Gözünün önünde belirdi. O sırada Cehennem Gözünün yakut gibi kırmızı gözleri parlamaya başladı. Yüzünde delice bir gülümsemeyle bir adım geri attı. 


"Hahahah!" 


Gümüş kılıç Cehennem Gözünü ıskalamıştı. Gümüş renkli Altair soğuk gözlerle hiçbir şey söylemeden devam etti. 


Tekrardan bulunduğu konumdan kaybolarak Cehennem Gözü'nün arkasında belirdi. Cehennem Gözü zaten bunu bekliyormuş gibi bir anda eğildi ve arkasında ortaya çıkmak üzere olan Gümüş Altair'ı kavradı. 


Zamanlaması ve hareketleri kusursuzdu. 


Bir anda eğildi ve Gümüş Altair'ı yere fırlattı. Karanlık zemine çarpan Gümüş Altair bir anda yok olarak Cehennem Gözü'nün üzerinde belirdi. 


Gümüş renginde ki gözler parlamaya başladığında hareketleri değişmeye başladı. Kılıç saldırıları Cehennem Gözü'nün milisaniye sonra nereye gidiyorsa, oraya iniyordu. 


"Elinden geleni yap!" Cehennem Gözü çocuk oyuncağıymış gibi tüm saldırılardan kaçındı. Ancak bir an sonra gözleri büyürken, ağzından kanlar geldi. 


"Ciddi misin?" Kafasını eğdi ve kalbinin olduğu yere baktı. Orada artık kalp diye bir şey yoktu. Bunun yerine bembeyaz bir el kalbini sökmüştü. 


"Anladım. Asıl gücün öngörmek ve hesaplamak değil! Sadece klon oluşturuyorsun..." Cehennem gözü kafasını salladı. Kalbi sökülmesine rağmen en ufak bir korkusu ya da rahatsızlığı yoktu. 


Altair o sırada kafasını eğmiş, neler olduğunu kavramaya çalışıyordu. O farkında olmadan birisinin bedenini mi işgal etmişti? O sahte olan mıydı? Gerçek değil miydi.? 


Cehennem Gözü'nün gözleri daha da kırmızılaştı ve kafasını Altair'a çevirmişti. 


"Hey! Sen kenarda duruyorsun!


Yüzünü kaldır, çünkü sen doğalsın! 


Taştan bir kalp atıyor. Çünkü hayatını acımasızca yaşıyorsun! 


Bu yüzden çok soğuk olmalısın..." Cehennem Gözü elini bir pençe yaptı ve kendi gözlerini oydu. Elinde ki kanlı ve kıpırdayan yakut gibi güzel kırmızı gözleri Altair'a fırlattı. 


"Evet, sen doğalsın." o sırada nazik bir ses duyuldu. Cennet Gözü göğsünden kanlar akarken ayağa kalkıyordu. "Hayatını acımasız bir şekilde yaşıyorsun... 


Taştan bir kalp sende atıyor. Bu yüzden endişelenmemize gerek kalmaz." Cennet Gözü ellerini bir pençe şekline soktu ve gözlerine sapladı. Tırnaklarıyla iki gözünü de oydu. Kaldırdı ve Altair'a doğru tereddütsüz bir şekilde attı. 


"Onları yut ve bizi huzura erdir seni piç herif!" Cehennem gözü gözlerinden kanlar akarken arkasında ki Gümüş Renkli Altair'a sarıldı. Hareket etmesini engellemeye çalışıyordu. 


Altair o sırada yutkunamıyordu bile... Yerde iğrenç bir şekilde duran dört göze baktığında midesi bulanmaya başlamıştı. Ancak bir anda gözlerinde bir acı hissetti. 


Gözleri mordan kömür siyahına dönüyordu. Tüm duygularından bir anda arındı ve yerde ki dört gözü avucuna aldıktan sonra ağzına attı. 


Çiğnemeden yuttuğundan iki gözünden de yaşlar gelmeye başladı. Birisi mor renkliyken, diğer kan gibi kırmızı renkteydi. 


Gözyaşları yere düştüğü anda Cennet ve Cehennem gözü toza dönmeye başladı. "Güzel bir hayat yaşamalısın piç herif... Her ne kadar aynı ruhun parçaları olsak da sen çok zayıfsın... Bu yüzden sakın bu gümüş herife karşı kaybetme!"  Cehennem gözü giderken bir orta parmak çekti. 


Altair'ın gözyaşları durdu ve hiçlikten bile daha karanlık gözler ortaya çıktı. Gümüş Altair'a baktı ve gözlerini kıstı. Elinde siyah ve mor renklerinin karışımından oluşan iki metrelik bir mızrak ortaya çıktı. 


Gümüş Altair ve Siyah Altair göz göze geldiler ve bir anda oldukları yerden yok oldular. 


O kadar hızlı bir şekilde hareket ediyorlardı ki etrafta gözükmüyorlardı. Siyah Altair mızrağını çevirdi ve Gümüş Altair'ı geri püskürttü.


Ardından bekleme yapmadan ikinci saldırısını yaptı. Mızrağı yatay bir şekilde savurduktan sonra kendi etrafında döndü ve Gümüş Altair'a iki kat güçlü bir saldırı verdi. 


Gümüş Altair gelen mızrak saldırısını karşıladıktan sonra bir adım attı Siyah Altair'ın kafasını kesmek için savurdu. Savurduğu kılıç karanlığı aydınlatacak kadar hızlı ve kesindi.


Ancak Siyah Altair mızrağı yere vurdu ve havaya yükseldi. Aynı anda mızrağını çekti ve yukarıdan saldırdı.


Gümüş Altair birkaç adım geri çekildi ve kaşlarını çattı. "Sadece bir beden de 4 ruh ve Stigma'mı? Tanrılar bizimle dalga geçiyorlar..." 


Siyah Altair'ın sağ gözü bir anda değişmeye başladı. Normalde siyah olan gözü Gül Kurusu rengine bürünmüştü. Pembeden biraz daha mat olsa da, etrafa tehlike saçıyordu. 


Siyah Altair hiçbir şey söylemedi ve oldukça yavaş bir adım attı. O kadar yavaş bir adımdı ki hareket dahi etmiyordu. Ancak aslında o kadar hızlıydı ki uzayı bükmüştü. 


Tık! 


Gümüş Altair'ın kafası vücudundan ayrılarak yere düştü. Siyah Altair yerinden ayrılmamıştı bile... 


Gümüş Altair'ın kafası yuvarlanarak Siyah Altair'ın ayağının altına geldi. Durumun farkına varmış, yok olmak üzere olduğunu anlamıştı. 


"Tsk! Hiç kazanamadım diye ağlamayacağım. Gözlerimi yiyebilirsin... Ayrıca bedenime iyi bakıp, soyumuzu devam ettirsen iyi olur. Aksi takdirde senin ruhunun içinde ki parçam seni asla unutmaz. Diğerleri gibi bende yok olup, senin ruhunla bir olacağım. Ancak bilincim olmayacak... Tsk! Yok olmayı bekleyemiyorum. Beynimi dağıtır mısın?" Gümüş Altair dilini tıklattı. Ölüm burada korktuğu en son şeydi. 


Siyah Altair soğuk bir sesle konuştu. "Tabi ki!" elinde ki mor ve siyahın karışımı olan mızrağı indirdi. Mızrağın ucu Gümüş Altair'ın beyninden geçmişti. Gümüş Gözlerde ki yaşam yok olurken sadece iki damla gümüş gözyaşı düştü. 


"Teşekkür ederim..." 


...


Anlamayanlar için; Burada ki sahte ve doğalın anlamı basit. Bedenin gerçek sahibi ve olması gereken, asıl sahibi... Doğal sahibi, yapay değil. 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44646 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr