"Çok kolaydı..." Altair Nobilis'i askerin göğsünden çıkarırken söylendi. 16 askeri bir dakikadan kısa sürede kolayca öldürmüş, fazla kolay olduğunu düşünmüştü.
"İleri de kendi ordum olursa, yapacağım ilk iş onları korkusuz manyaklar olarak yetiştirmek olacak. Yoksa burada ki gibi kendi komutanları düştükten sonra dağılan kişiler olurlar..." Altair Nobilis'i kolye haline getirdi ve yerden iki kılıç aldı. Daha devam etmesi gerekiyordu.
Nobilis gülmeye başladı. "Büyücü-Savaşçı olduğun için sıradan bir savaşçıdan çok daha güçlü ve dayanıklısın. Aynı şey büyücüler içinde geçerli. Normal bir büyücü senin yaptığın gibi, yıldırımı vücuduna yaysaydı.. derisi kül olurdu. Savaşçı bedenin, yıldırımlara dayanıyor. Üstüne kolay bir şekilde uyum sağlayarak kendisi için kullanıyor."
"Ayrıca yakında, Mana ve Qi miktarını artırmak için iksirler alsan iyi olur. Aksi takdirde uzun süre savaşamayacaksın..." Nobilis konuşmasını yavaşça bitirdi.
Altair dudaklarını büktü. "Öncelikle şu adamların işini bitirelim. Artık güzel kızlar görmek ve hayatıma renk katmak istiyorum! 14 yıldır her gün erkek görmekten, solmak üzereyim. Bok yoluna gitmeden önce kendime tatlı ve minik bir aile kursam iyi olur." gümüş gözleri daha da yoğun bir hale gelirken, öndeki bacağını 90 derece kırıp, arkadakini hafifçe eğdi.
Gücünü tüm vücuduna yaydıktan sonra, kılıçlarını kınlarına soktu. Derin bir nefes aldıktan sonra bir ok gibi ileri fırladı.
Gümüş gözleri öncekinden daha da yoğun hale geldiğinde Altair garip hissetmeye başladı. 'Neden her şey daha yavaş ve detaylı? Gümüş gözden dolayı mı?'
Kalbinde garip bir heyecan oluştu ve duyuları gelişti. 'Gümüş gözün asıl gücü klonlamak vb. değil miydi? Bilmediğin çok şey var...' Altair koşarken düşüncelerle boğuşuyordu.
'Her neyse... kötü bir şey değil.' düşünceleri çok hızlı değişmişti. Hiçbir zararı olmadığı için bunu sonradan düşünmeye karar verdi.
Altair hafifçe eğildi ve yere daha da yakın hale geldi. Adolfo'nun ölümü haydutlar arasında kargaşa yaratsa da, bazı kurnaz herifler Adolfo'nun eşyalarını araklayıp kaçmaya başladılar.
Ancak kervanın en önünde ki arabadan çıkan bir ateş topu onları vurarak yere düşürdü. Ardından arabalardan bir kaç yaşlı adamla, gençler çıkıp karşılık vermeye başladılar.
Altair bunu fırsat bildi ve haydutların arasında daldı. Elinde ki çift kılıçla en az güçle, en çok etkiyi sağlayabilecek hareketler yapıyor, bir kasap gibi insanları doğruyordu.
Tüccar ekibinin de yardımıyla çok kısa bir sürede haydutları öldüren Altair, onların üzerinde bulunan tüm paraları aldı.
Haydutlardan sadece iki platin ve üç yüz altın olunca dilini tıklatıp ölü bedenlere tükürdü. "Haydutlar zengin olmaz mı? Ayrıca ne korkak heriflermiş bunlar! Kılıcımı savurduğumda elleri titriyordu! Fakir olmaları daha da sinir bozucu!"
Omzunda ki Miiyu'da Altair'ı taklit edip ölü bedenlere tükürdü. 'Fakir p*çler!'
'Fakirlik zor Altair... Üstlerine çok gitme...' Nobilis Altair'ı teselli etti. Altair'ın paraya ve özgürlüğe düşkünlüğünü altı yıldır biliyordu.
Sırf bu yüzden Simya ve Mimarlık öğrenmişti!
Çünkü en çok kazandıran meslekler bunlardı.
"Afedersiniz, onurlu savaşçı?"
Altair kafasını sese çevirdi. Karşısında kendisinden daha kısa ve sakalları yeni çıkmış bir genç gördü. Bu kişi Luke'tu.
'Altair sana onurlu dedi?! Sana?! Pfft!' Nobilis kıkırdamaya başladı. Altair'a birisi onurlu ve savaşçı demişti. Ancak bilmiyorlardı ki Altair çılgın ve onursuzun önde gideniydi.
"Evet, buyrun bayım?" Altair kibar bir şekilde konuştu. Suratında ki kanlar sayesinde gülümsemesi katliam yapmış bir şeytanın, kalan son insanı uğurlamadan önce ki gülümsemesine benziyordu.
Kısacası ne kadar nazik gözükürse, o kadar korkutucu gözüküyordu.
Luke'un tüyleri diken diken olurken hafifçe eğildi. "Yardımlarınız için teşekkürler. Biz küçük bir tüccar grubunun üyeleriyiz... Minnetimizi göstermemiz için sizi ağırlayabilir miyiz?"
Altair Luke'un korkusunu fark ettiğinde kaşlarını çattı ve Miiyu'ya iletti. 'O kadar korkunç mu gözüküyorum? Halbuki ben en asil vampirlerden bile daha yakışıklı bir gencim...'
'Efendimin suratı yakışıklı ve güzel gözüküyor. Bembeyaz teniniz, kırmızı kanlarla örtüldüğünde vampirleri anımsatıyor. Üstelik gümüş gözleriniz bunu daha da sıkıntılı ve korkunç hale getiriyor. Kısacası; Evet, korkunçsunuz.' Miiyu hiçbir şey saklamadan konuştu.
Nobilis kıkırdayarak araya girdi. 'Suratın Miiyu'nun götüne benziyor... Bir göte bakan herkesin tüyleri diken diken olur...'
Nobilis'in söylediklerini duyan Altair ve Miiyu aynı anda çıkıştılar.
'Götüme hakaret etme!'
'Suratıma hakaret etme!'
Altair'ın gözleri büyüdü ve sinirle Miiyu'ya baktı. 'Sen benim, tanrıların bile kıskanacağı suratıma götünden daha aşağılık olduğunu mu söyledin? Seni Satanistlere satarım!'
'Satanistler mi? Onlarda ne?!' Miiyu hızlıca konuyu değiştirdi. Satanist diye bir kelimeyi daha önce hiç duymamıştı.
Altair'ın yüzünde korkutucu bir gülümseme belirdi. 'Satanist şeytana tapan kişilere denir. En sevdikleri şey kedi kesip, şeytana sunmaktır.' tamamen Miiyu'yu korkutmak için söylüyordu.
'Hey hey! Altair, fazla dalmayın! Efendisi ne ki, kalıntısı adam olsun?! Önünüzde ki çocuk titremeye başladı!' Nobilis bu saçma kavgayı sonlandırdı.
Luke Altair'ın sinirli ve korkutucu gülümsemesini görünce titremeye başladı. Büyücüler'in çoğunluğu yeteneklerinden dolayı kibirli ve soğuk insanlardı. Altair'ın onu öldüreceğinden korkuyordu.
Titreyen Luke'a bakan Altair durumu fark etti ve suratını temizledi. Ardından titreyen Luke'u teselli etti. "Korkmana gerek yok. Ben sadece Gümüş Melek'in yanında çalışmak isteyen sıradan köylüyüm. Şans eseri Büyücü- Savaşçı olarak uyandım. Orbis Akademisi'ne kayıt olacak kadar zengin ve varlıklı olmadığım için orduda şansımı denemeye karar verdim." basit ve sıradan bir nedendi ama işe yarıyordu. Sonuçta Celer şehrine gelen onlarca büyücünün ortak amacı buydu.
Luke Altair'ın dediklerini duyduktan sonra biraz sakinleşse de tamamen rahatlamamıştı. "Size eşlik edebilir miyiz? Eğer kimliğiniz yoksa şehre girişiniz sizin için sıkıntılı olur. Bunu biz halledebiliriz..."
"Kimlik mi?" Altair sordu. Kimlikte neydi? Ardından ne için olabileceğini anladı.
"Evet, kimlik. Büyücü ya da Savaşçı olarak uyanan kişiler birliklere gidip, kendilerine kimlik alırlar. Böylece büyücülerin sayısı denetlenir, sıradan insanlardan ayırırlar." Luke cevaplarken eliyle Altair'ı arabaya davet etti. "Devamını yolda konuşuruz. Nakliyatımız hızlı bir şekilde iletilmeli aksi takdirde sıkıntılarla karşılaşırız."
"Peki..." Altair kafasını salladı ve Luke'un davetini kabul etti.
***
Altair, Khalil ve Luke karşılıklı sohbet ediyor ve ellerinde ki şarap bardaklarını hızlıca içiyorlardı.
Altair'in gözleri şarap görünce dolmuştu. Her ne kadar şarabın kalitesi iyi olmasa da, 6 yıl sonra su ve besin hapları haricinde bir şey yiyordu.
"Demek diyorsun ki çoğu şehir kimliklerle iş yapıyor? Ayrıca kimlik almak statünü artırır?" Altair Khalil'e bakarken, elinde ki bardağı uzattı.
"Evet. Ayrıca birliğe fayda sağlayarak kimliğini yükseltebiliyorsun." Khalil Altair'ın bardağını doldururken konuştu.
Altair bardağı ağzına götürürken sordu. "Anladım. Şehre ne kadar kaldı?" biran önce aksiyondan uzaklaşmak ve kafa dinlemek istiyordu. Ardından orduya katılacak ve tekrardan aksiyona atlayacaktı.
Luke kafasını arabanın penceresinden çıkardı. "Birazdan orada oluruz. Surlar gözükmeye başladı..."
Altair kafasını çıkardı ve gökyüzüne yükselen taş surları gördü. Surlar en azından 100 metre yüksekliğindeydi.
Ardından kalenin kapısına baktı ve onlarca metrelik bir insan sırasıyla, at arabalarının başında duran insanları gördü. Gerçekten kalabalık bir yerdi.
At arabası sakin bir şekilde ilerledi ve Celer şehrinin girişine vardı. Altair heyecanla dışarı fırladı ve etrafa bakındı. Onlarca at arabası şehre girmek için sıraya sıradaydı. Diğer tarafta da başka bir kapı da, büyücüler, savaşçılar ve sıradan insanlar yüzlerce kişilik bir sıra oluşturmuştu.
Altair bir süre bekleyeceklerini anlamıştı.
"Onurlu savaşçı lütfen bizi takip edin." Khalil Altair'a seslendi ve Luke'la birlikte kapının önüne gitti. Tüm at arabalarını geçtikten sonra görevli muhafızların yanına gitti.
Kapıda beş muhafız araçları denetliyor, giriş yapan insanları kayıt altına alıyordu.
Khalil kimseyi umursamadan muhafızlardan birisine bir mektup gösterdi. Altair mektubun üzerinde gümüş kanatlı bir damga görmüştü.
'Kimliğini belirtmek için olmalı...'
Mektup mektubu gördüğünde gözler parladı ve hiçbir şey söylemeden eliyle içeri girmelerini istedi. Altair, Luke ve Khalil diğer insanların önünden girdiler.
"Hey! Onlar neden sıraya girmiyorlar?!" saatlerdir bekleyen tüccarlar bağırmaya başladı.
Arabasının önünde oturan adam yüksek sesle katıldı. "Evet! Biz sadece kılıç getiriyoruz ama çoktan dört saattir bekliyoruz."
Altair ve diğerlerini içeri gönderen muhafızın kaşları çatıldı. "Onlar özel misafir!"
"..."
Tüm tüccarlar susmuştu. Özel misafirin ne demek olduğunu biliyorlardı. Birçok kişi Khalil ve diğerlerini cesaretini takdir etmek istedi.
Çünkü ordu için malzeme taşıyorlardı!
Altair kapıdan içeri girdikten sonra temiz ve işlek bir şehirle karşılaştı. Her sokakta en azından bir grup asker nöbet tutuyordu. Yerler tertemiz, binalar hizalı ve düzgündü. Sıradan evler iki katlıyken, dükkan ve hanlar üç-dört kata yaklaşıyordu.
Khalil şehre girdikten sonra Altair'a seslendi. "Onurlu savaşçı buradan sonra artık yalnız. Bazı prosedürleri vb. şeyleri halletmek için ayrılmamız gerekiyor. Eğer orduya kaydolmak isterseniz muhafızlardan birisine sorabilirsiniz. Yakınlarda giyim dükkanıyla, restorantlar var. Güzel yemek ve sıcak yatakları vardır."
"Peki, teşekkürler. Kolay gelsin..." Altair onların sıkı bir denetimden geçeceğini anlamıştı. Bu yüzden onlara ne getirdiğini ya da neden gitmeleri gerektiğini sormadı.
Luke Khalil'i takip edecekken arkasını döndü ve Altair'a seslendi. "Göğsünde çift gümüş kanat broşü olan insanları rahatsız etmezseniz iyi olur. Özellikle kızları... Onlar binbaşının adamları oluyorlar. Kafanızı kaybedebilirsiniz..."
Altair kafasını salladı ve yoluna devam etti.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..