Bölüm 30: Uyanış!

avatar
1010 20

Yüce Büyü Hükümdarı - Bölüm 30: Uyanış!



Not: Her şey çok hızlı oluyor. Biliyorum... Ama ne yapayım. Ben fark etmeden çoktan birisini öldürmüş oluyorum. Ayayay~ 


Şuan da kitabın en önemli bölümünü açtınız... Omedeto!


***


Altair gözlerini tekrardan açtığına garip bir şekilde huzurlu bir ortamdaydı. Yemyeşil çimenlerin üzerine kurulmuş, oldukça büyük tahtadan bir ev vardı. Etrafta bu evden başka bir yapı yoktu. 


Bu ev orman gibi bir şeyin içerisindeydi. Kuşların sesleri ve çiçeklerin muhteşem kokusu etrafı dolduruyor, insanı rahatlatıyordu. 


Herkesin yaşamak isteyeceği huzurlu bir ortamdaydı!


"Ahahaha! Annem her zaman ki gibi bizi yakalayamıyor!" neşeli bir çocuk sesi yankılandı. 


Altair kafasını sesin geldiği yere çevirdiğinde oldukça tatlı üç çocuk görmüştü. 


Çocuklardan ikisi kız birisi erkekti. Erkek çocuğun siyah, kızların saçları kırmızı ve beyaz rengindeydi. Üçünün gözleri de yakut gibi kırmızı ve parlaktı. Garip bir sevecenlik katıyor, hiçbir kötülük barındırmıyorlardı. Kafalarının üzerinde küçük siyah boynuzlar, onları korkutucu değil asil gösteriyordu.  


Yüzlerinde büyük bir gülümsemeyle büyük evin kapısından çıkıyorlardı. 


Sanki birisinden kaçıyorlarmış gibiydi. 


Ama bundan şikayetçi değillerdi! Aksine çok mutlu ve neşeli görünüyorlardı. 


Altair burasının neresi olduğunu düşünürken hoş bir kıkırdama duydu. Bu sesin ona oldukça tanıdık ve bilindik geldiğini düşündüğünde dikkat kesildi. 


Çocukların çıktığı kapıdan birkaç saniye sonra çıkan kişi Altair'ın kalbini sarstı. Altair büyümüş gözlerle çıkan kişiye bakıyordu. 


'Lyra?!' 


İpek gibi beyaz saçları omuzlarından dökülüyordu. Üzerinde ki beyaz elbise, kırmızı gözleriyle uyumluydu. Gözlerinde ki bakışlar çocuklara bakarken sevgi doluydu. 


Gülümseyerek erkek çocuğu yakaladı ve kucağına aldı. En kıymetli hazinelerden bile daha değerliymiş gibi nazikti!


Altair bu aile tablosuna büyük bir hüzün ve acıyla bakıyordu. İçini çok kötü bir his doldurmuştu. Bu hisse dayanamadı ve kanlı gözyaşları dökmeye başladı. 


'Hm? Neden ağlıyorum?' 


Gözyaşlarını durduramıyordu. 


'Ben olmadığım için mi? Hayır.' 


Altair durmayan kanlı gözyaşlarına bakarken garip bir korku içini doldurmuştu. Çok kötü bir şey olacakmış gibi hissediyor, gelecek olan şeyden korkuyordu. 


'Ben pişmanım?! Neden?' 


Durumu düşünürken gökyüzü kızıla bürünmeye başladı.


Çocuklara sarılan Lyra'nın yüzünde ki gülümseme silinmişti. Gözleri titrerken çok yoğun bir öfke ortaya çıktı. Hızlıca çocukların yanağına öpücük kondurduktan sonra çocukları evin içine soktu. 


Çocuklar neler olduğunun farkında bile değillerdi. Ama bildikleri tek bir şey vardı. 


Anneleri şu anda çok öfkeliydi! 


Lyra'nın öldürme niyetiyle dolmuş gözleri kızıla boyanmış gökyüzüne çevriliydi. "Bizi bulduğunuza göre yetenekleriniz gelişmiş!" 


Bağırdığı yerde kimse yoktu. 


Fakat...


Dev gibi bir boyutsal yarık açıldı ve içinden yüzbinlerce canlı çıktı. 


Bu yüzbinlerin içinde; İnsanlar, Vampirler, Elfler, Canavarlar, Şeytanlar, İblisler ve Tanrılar! Hepsi dünyanın dengesini bozacak bir aura yayıyordu. 


O kadar güçlüydüler ki uzay dengesiz hale gelmeye, dünya korkuyla titremeye başlamıştı. 


Lyra'nın gözleri bu ırkları görünce korkuyla doldu. Bu korku ölüm korkusu değildi, bu korku tamamen çocuklar üzerineydi. 


Altair'ın kanlı gözlerinde insanlar ve diğer ırklara bakarken öldürme niyeti ortaya çıktı. Bu öfke ve öldürme niyeti o kadar güçlüydü ki Altair'ın Savaş Tapınağı'nda gösterdiği niyet devede kulak kalıyordu. 


Gelen kişiler soğuk bir şekilde Lyra'ya bakıyolardı. Bu soğukluğun içinde; korku ve tereddütte olsa, çok azdı. Nedeni bilinmeyen bir öfke Lyra'ya yöneltilmişti. 


Hiçbir şey söylemediler ve direk olarak Lyra'ya doğru saldırıya geçtiler. 


Ölüm Büyüleri, Kutsal Büyüler, Uzay Büyüleri, Kılıç Işıkları, Buz, Alev, Toprak Büyüleri ve garip tekniklerin hepsi sadece bir yere odaklanmıştı. 


Lyra ve çevresine! 


Altair'ın yüreği ağzına geldi. Saldırılar Lyra'ya çarpacakken önünde ki dünya bir anda değişti. 


***


'Ne oldu?' 


Korkuyla Lyra'ya ne olduğunu düşünürken, bir odada olduğunu gördü. Bu sefer ayakta değil, dizlerini üzerine çökmüş ve kollarından asılmış haldeydi. 


Karşısında dört erkek ve yerde yatan bir kadın vardı. 


Erkeklerin hepsi olağanüstü derecede yakışıklı ve karizmatikti. Ancak yüzlerinde iğrenç bakışlar vardı. Bu bakışların odağı yerde yatan kadındı. 


Kadının yüzü tanınamaz bir halde ve iğrenç sıvılarla kaplıydı. Kırmızı saçları iğrenç beyaz sıvıyla kaplıydı. Cennette ki tanrıları kendine aşık edecek mavi gözleri cansızdı. 


Altair kadına baktığında Lyra'nın yanında duyduğu öfkeyi unuttu. Bu sefer öyle boş ve şaşırmış bir şekilde bakıyordu ki neler olduğunun farkında değildi. Çünkü bu kadının kim olduğunu fark etmişti. 


Bu gemide karşılaştığı kırmızı saçlı prensesti! 


Altair garip bir şekilde hiçbir şey hissetmiyordu. İçini tamamen karanlık kaplamış, duyguları yok olmuştu. 


Yerde yatan kadına tecavüz edildiğini biliyordu! 


Kadın cansız gözlerini Altair'a çevirdi. Gözlerinden bir damla gözyaşı düşerken kısık sesle mırıldandı.


"...Özür dilerim..." 


Altair'ın önünde ki sahne tekrardan değişirken duyduğu son kelimelerdi. 


***


Altair bu sefer bir kraliyet odasındaydı. 


Yüzlerce insan ona doğru diz çökmüş af diliyorlardı. Kendisi merdivenlerin üstünde bir tahtta oturuyordu! 


Yanında bir taht daha vardı. Bu tahtta bbir kadın uzun ve ince figürüyle yayılmış, bıkkın bir şekilde af dileyen insanlara bakıyordu. Yeşim vücudunu ortaya çıkaracak kırmızı bir elbiseyle, kırmızı bir tacı vardı. Ayakları çıplak, göğsünün önü hafif açıktı. 


Dehşet verici derece de olgun ve güzel gözüküyordu. 


Altair ona baktığında önceden yaşanan şeyleri unuttu. Gülümseyerek ona doğru bakıyordu. Bu kişinin kim olduğunu biliyor ama ismini hatırlayamıyordu. 


"Öldürelim. Ülkeyi başka birine satmanın bedeli, ölümle bile ödenmez!" Yanında ki güzel kadın bıkkın bir şekilde yüzlerce kişinin ölüm emrini verdi. 


Sesi yorgun ve bıkkın gelse de, oldukça öfkeli olduğu belliydi. 


Altair kendi isteği dışında kafasını salladığında önünde ki sahne tekrardan değişti. 


***


Bu sefer bir ordunun başındaydı. Önünde yüzlerce iblis sadece bir kadının kontrolü altında, onunla birlikte savaşıyordu. Yanında ki kadının uzun morumsu boynuzları ve keskin kulakları vardı. Turuncu gözlerinin üstünde, silinmek üzere olan bir nilüfer deseni vardı.


Elindeki pipodan dumanlar yükselirken turuncu gözleri parladı. "Kocamın söylemek istediği bir şey mi var? Kalkan oluşumuna karşı savaşıyoruz. Bu yüzden Kızıl Stigmanızın gücü bizi bu durumdan kurtarabilir. Nereye saldıralım?" 


Altair durumun farkında olmasa da, bu sözlerin kendisine söylendiğini biliyordu. Hiçte garip olmadığını düşünerek konuştu. "Kuzey kesiminden saldırırsanız, sizi desteklemem daha kolay olur. Şeytani Qi'nin yoğunluğu oralarda daha fazla..." 


"Peki, o zaman kocamın dediğin gibi yapalım." kadın elini kaldırdı ve orduyu yönlendirdi. 


Altair harekete geçerken önünde ki sahne tekrardan değişti. 


***


Altair bu sefer bir çalışma odasındaydı. Önünde farklı renklerde kanlar ve büyülü bitkiler vardı. Burada simya çalıştığını her yönden belli ediyordu. 


Odanın ortasında ki kazana gitti ve içine sırayla farklı renkte ki bitlikleri atmaya başladı. Her attığı bitki, kazanın rengini değiştiriyordu. 


Kazanın içinde ki sıvı gittikçe katılaşırken, odaya biri girdi. 


Bu kişi bir elfti! 


Açık sarı rengindeki saçlarının üzerinde altın yapraklardan yapılmış bir toka vardı. Yeşil gözleri parlak ve zeka doluydu. Küçük burnunun altında, kiraz dudakları vardı. Keskin elf kulaklarını da güçlü ve hafif metalden yapılmış bir koruyucu örtüyordu. 


Gözlerinde meraklı bakışlarla Altair'a bakıyordu. Altair'ı oldukça merak ettiği belliydi. 


Altair kafasını çevirdiğinde tekrardan bulunduğu ortam değişti. 


***


Altair bu sefer bir odada ya da evde değildi. Tamamen beyaz bir ortamda, tek başınaydı. Hâlâ ne yaşadığının farkında değildi. Zihni tamamen karmaşaya düşmüştü. 


Boş gözlerle beyaz zemine bakıyordu. 


'Lyra, Rose, Ella, Mia ve Lucy? Lyra benim yanımda ki Lyra mı? Peki, geriye kalan dört kişi kim? Bu görüntülerde ne? O çocuklar kimin çocuğu? Kızıl saçlı prenses neden o haldeydi? Üstelik, bu görüntüleri neden görüyorum? Her şey sanki bir anı gibiydi! Ama ben bunları yaşamadım ki?!' sorulacak çok sorusu vardı. 


Hah~


Yorgun bir iç çekme sesi duyuldu. 


Altair kafasını yerden kaldırıp, sesin geldiği yere çevirdi. Karşısında onun bir kopyası vardı. Ancak Cennet ve Cehennem gözünde olduğu gibi değildi. 


O gerçekten Altair'dı. 


Gözlerinden sevinç ve üzüntü gözyaşları karmaşık bir şekilde akıyordu. Rahatladığını belli ediyordu, ancak bir yandan da Altair'a bakarken özür diliyordu. 


"Sen kimsin?" Altair baygın bir şekilde sordu. Zihni hâlâ sorularla ve birbiriyle çelişen cevaplarla doluydu. Yeni bir stigma ile uğraşacak hali yoktu. 


Diğer Altair'ın gözleri ona bakarken gülüyordu. "Başardım. Zaman Denizi'nde ruhumu yirmi bin yıl öncesine aktardım! Artık her şeyi düzeltebilirim!" Son cümlesini söylerken boğazı düğümlenmişti. 


Sevinci anında bastırılmıştı. 


Altair ona baktığında göz göze geldiler. O onun bir stigma olmadığını anlamıştı. "Zaman Denizi mi? O da ne? Ve sen de kimsin? Her şeyi düzeltmek? Bilincini beş bin yıl öncesine aktarmak?" 


Diğer Altair, ona doğru yürüdü. Yanına geldiğinde ellerini Altair'ın omzuna koydu. Yüksek bir sesle konuşmaya başladı. "Sorularını cevaplayacak zamanım yok. Bir dakika içinde yok olacağım ve ölmüş olacağım. Ben gelecekte ki senim! Zaman'da ustalaşarak kendi ruhumu geriye yolladım! Planlarımda direk olarak fiziksel vücudumla geçmişe dönmekti. Ancak fiziğim yok oldu!" 


Altair neler olduğunu anlamamıştı. Bu adam ona gelecekten geldiğini söylüyordu ama Cennet ve Cehennem gözü de onun tarafında olduğunu söyleyerek kandırmışlardı. Bu yüzden adama inanmadı. 


"Bana inanmadığını biliyorum! Ve inanıp, inanmaman en ufak bir şekilde umurumda değil! Ancak şunu unutmamalısın! Eğer beni reddedersen, biraz önce gördüğün her şeyi yaşayacaksın! Seni binlerce yıllık yalnızlık ve keder bekliyor! Ve bu acıları yaşamış olan kişiyim!" Diğer Altair, Altair'ı sarsmaya başladı. 


Altair'ın kanı dondu. Önünde ki adam çıldırmış gibiydi. Keder ruhunu yozlaştırmış, yalnızlık zihnini çökme eşiğine getirmişti. 


"Bunlar seni hazırlamak için söylediğim şeyler..." Diğer Altair, işaret parmağını Altair'ın alnına uzattı. "Buradan sonra sen tüm bu yükü omuzlayıp, geleceği değiştireceksin! Sakın unutma! Lyra, Rose, Ella, Mia ve Lucy'i hayatın pahasına koruyacaksın! Bunlar dışında sadece bir kaç kişiye güvenebilirsin! Çok az kişi dışında herkes senin düşmanın!" parmağı Altair'ın alnıyla temas ettiğinde Altair acıyla çığlık atmaya başladı. 


Diğer Altair parmağını onun alnında çekti ve yanaklarından tutarak dudağından hafifçe öptü. "Ruhumda ki bütün güçleri bu öpücükle aktardım. Sakın unutma! O kızları hayatın pahasına korumalısın." geri çekildiğinde yavaşça kaybolmaya başlamıştı. 


Diğer Altair yok olurken, yere son gözyaşını düşürdü. "Her şey için teşekkürler ve..." Ruhu evrenden tamamen silinmişti. 


"Bu yükü sana bıraktığım için özür dilerim!"


***                                                                                                                                                             

O sırada Altair'ın zihnine binlerce yıllık anı akıyordu. Doğduğu andan, herkesle yüzleşip Zaman Büyüsünde ustalaştığı ana kadar hepsi Altair'ın zihnine doluştu. 


Bir saat toplam 25648 yıl gibi geçmişti. Tüm her şeyi en baştan yaşadı ve acıları tekrardan tattı. Mutlu olduğu zamanlar olsa da çok azdı. 


Acınası bir hayattı. 


Yalnızlık ve korkuyla geçen beş bin yıl, öfkeyle geçen iki bin yıl, mutlulukla geçen kırk sekiz yıl ve güçlenmeyle geçen on sekiz bin yıl! 


Yüz yıl harici yirmi beş milenyum boyunca sadece mücadeleyle geçmişti! 


Altair'ın boş gözleri yavaşça netlik kazandı. Gözlerinden yaşlar yere düşerken, yığıldı. "Lyra, Rose, Ella, Mia ve Lucy hepsi benim yüzümden öldü. Lyra ve Mia'dan doğan çocuklarımda bu yolda kurban gittiler. Tüm herkes bana sırt dönerken yanımda duran Miiyu'da öldü. Her zaman bana kötü davranan kardeşlerim beni korumak için öne atıldılar ve öldüler. Dost sandığım kahramanlar; Rose'umu kirleterek sahip olmaya çalıştılar. Gözlerimin önünde tecavüz edip, intiharına yol açtılar! Üstelik intikam almama izin vermeyen Büyücüler ve Savaşçılar..." 


"Hayır. Bunun tek suçlusu benim! Bu dünyayı tamamen küçümseyerek elimi kolumu sallayarak gezdim. Asıl amacım hiç güçlenmek olmadı. Tek istediğim mutlu ve rahat bir hayattı ama..." 


"Potansiyelim ve yeteneğim fazla güçlüydü. Her zaman çok şanslıydım... Bu şanslara rağmen, her zaman saftım. Dünya'nın ana karakteriyim sandım. Sonuç..." 


"Kanla kaplı, yalnız bir Altair! Tüm sevdiklerini kaybetmiş bir aptal! Kibirli bir gerizekalı!" yumruğunu sıktı ve kendine çok sert bir yumruk attı. 


"Ama bunlar geride kaldı! Artık geri döndüğüme göre!" gözyaşlarını silerek ayağa kalktı. Altair son kez bir gözyaşlarını döktü ve yerini simsiyah gözlere bıraktı. 


"Her şeyi en baştan yazabilirim!" 


***


'Cilt II - Bölüm 23' itibariyle 'Cilt II: Değişimin Başlangıcı' sona ermiştir!






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46894 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr