***
Ay çoktan yükselmiş, güneşi uğurlamıştı.
Celer Şehrinin dört kilometre doğusunda maskeli bir genç oturuyordu. Bağdaş kurmuş bir şekilde birbiriyle ahenkli şekilde nefesler alıyordu. Aldığı nefes etrafta ki manayı harekete geçiriyor, çekirdeğini besleyerek gücünü artırıyordu. Genç maskesinin altında ki gözlerini açtığında etrafta ki hareketli mana durakladı.
Bu genç Altair'dı.
Şuan da 'Kara Gün Mana Tekniği' adlı kendisinin yarattığı düşük seviyeli 'Mana' toplama tekniğini çalışıyordu. Bedeni hâlâ Kara Ay Stigmasını kaldıracak ve tam potansiyelini kullanacak kadar güçlü değildi. 'Kara Gün Mana Tekniği' bir Stigma Dövmesini baz alarak oluşturduğu 'Mana' toplama tekniğiydi. Gücü sadece Qi'nin değil, Mana'nın da vücudunu beslemesini sağlamaktı. Bunları da tıpkı Kızıl Irmak Silah Sanatı gibi yapıyordu. Mana'yı çekirdeğine çekerken, vücudunda gezindiriyor ve bir kısmını vücudunu dövmek için kullanıyordu.
Altair ayağa kalktı ve gerindi. 'Çoktan üç saat oldu ve Orta Aşama Büyücü seviyesine yaklaştım. 16 yaşıma gelmeden çoktan Aziz seviyesine gelmiş olurum... Diğer insanlar için çok hızlı gibi gözükebilir ama aslında çok yavaş... Kahramanlar doğdukları anda Aziz seviyesinde oluyorlar. Üstelik tanrısal yetenekleri onları hızlı bir şekilde güçlendiriyor. Şuan ki yeteneğimle onlarla asla yarışmam. Sadece geldikleri ilk zamanlarda onlarla başa çıkabilirim... Charbidys'in zindanına gitmeliyim...'
'Orada bulunan Gözyaşını alarak Kızıl Gözümü daha hızlı uyandırmalı ve vücudumla entegre etmeliyim. Ayrıca bir tane Kristal Kafatası'da orada... Kayıp Kıta Mu'nun ortaya çıkmasına daha 1000 yıl var. Ama onun hâlâ Fluctus okyanusunun onbeş bin kilometre açığında olması gerekiyor. Oraya girmek için üç Kristal Kafatası'nı da bulmalıyım. Birisi Charbidys'in zindanında, birisi Kahramanlar Mezarlığı'nda yatan Kaşif Kahraman Sirius'un mezarında, diğeri de Orbis Akademisi Araştırma ve Geliştirme Bölümü Profesörü Edward'ın koleksiyonunda... İkisini almak için daha zamanım varken, Charbidys'in zindanını hızlıca bulmalıyım. Ama önce...' Altair boynunda ki Nobilis'i tuttu.
'Öncelikle Nigreos'u uyandırmam gerekiyor. Anca böyle Ryuu'nun piç soyundan saklanarak kullanabilirim...'
Altair boynunda ki Nobilis'i çıkardı ve önünde tuttu. Yüzünde büyük bir gülümseme vardı. "Nobilis'in gerçek şeklini görmek için heyecanlıyım desem yalan olur... Hahahaha!"
Nobilis etrafta kimse olmadığından zihinden konuşmak yerine dışarıdan konuştu. "Öncelikle gerçek ismimi bilmen gerekiyor. Bunu bildiğini iddia ettin ve beni buraya getirdin. Eğer anlaşma iptal olursa neler olacağını bildiğini düşünüyorum?"
"Biliyorum. Ancak gerçek ismini bildiğim sürece ben yegane sahibin olarak tanıyacaksın. Böylece seni istediğim gibi kullanabileceğim..." Altair şuan ki gücüyle Nobilis'ten daha güçlü bir silah kalıntısı bulamazdı. Başka bir 'Yüz Kral' arasında bulunan bir Silah Kalıntısı'nı bulmak için Şans Tanrısının piçi olmanız gerekirdi.
'Yüz Kral' kalıntıları kalıntılar arasında bir hiyerarşi sistemi gibi bir şeydi. En güçlü 100 kalıntı bu 'Yüz Kral'ın içinde bulunurdu. İlk on sırasıyla şöyleydi;
Kutsal İmparatorluk Yazıtı
Ra İmparatorluk Mızrağı
Günışığı Kılıcı
Ejderkuyruğu Kırbacı
Kadim Ejderha Floyd'un Gözyaşı
BeyazTaş Yüzüğü Album
Güneş Tanrısı'nın Yayı Solis
Parçalanan Uzay'ın Kapısı
Gülümseyen Yüzük
Yato'nun Kırmızı Kolyesi
Bunlar 'Yüz Kral' kalıntının içinde ki ilk on kalıntıydı. Görüldüğü gibi Nobilis bu ilk onda yoktu. Çünkü kendisi daha o kadar güçlü ve gelişmiş değildi. Bu kalıntılar kahramanlar bile eski ve antikti.
Nobilis ise 'Yüz Kral' arasında Korkulu Rüya Kızıl Irmak olarak 76. sıradaydı. Sıralaması 'Yüz Kral' içinde oldukça geride olsa da, 'Yüz Kral'dan çoğu kaybolmuş kalıntılardı. Altair'ın amacıysa 'Parçalanan Uzay'ın Kapısı', 'Kutsal İmparatorluk Yazıtı' ve 'BeyazTaş Yüzüğü Album' adlı kalıntıları kesin olarak ele geçirmekti. Sadece bunları aldıktan sonra tamamen rahatlayabilir, sevdiklerini koruyabilirdi.
'Kayıp Kıta Mu' adını verdiği kayıp kıta aslında kendisinin ismini verdiği bir yerdi. Büyük bir savaş sonucu çökmüş bir dünyaydı. Fluctus Okyanusu'nda o dünyaya açılan bir geçit vardı. Hâlâ denizin dibinde olsa da, yavaşça yükseliyordu. Binyıl sonra artık hissedilebilir düzeye yani, su yüzeyine çıkacaktı.
Kristal Kafatası adlı hazineler; oranın anahtarıydı. Bu üç kafatası birlikte; Kayıp Kıta'nın kapılarını ortaya çıkarıyordu. 'Kutsal İmparatorluk Yazıtı' ise miras bölgeleri olan 7 Yıldız'ı ortaya çıkaracak olan anahtardı. Altair Kayıp Kıta Mu'yu yağmaladıktan sonra bu gezegeni terk edecekti.
'BeyazTaş Yüzüğü' adlı kalıntı içine canlı depolayabileceğin büyük bir kıta içeriyordu. İçine en fazla yüz canlı koyabilsen de oldukça işe yarar bir kalıntıydı.
'Parçalanan Uzay'ın Kapısı' ise uzayda hareket etmesini sağlayacak olan yegane güçtü. Aksi takdirde Mana ve Uzay bozulmaları Altair'ın vücudunu paramparça ederdi. Bu kalıntı sadece uzayda değil, yeryüzünde dahi kullanılabilecek bir kalıntıydı.
Altair kafasında kurguladıktan sonra Nobilis'i mızrak haline getirdi. Yüzünde ki maskeyi çıkardı ve kendisinden uzak bir köşeye fırlattı. Onun parçalanmasını istemiyordu.
Ardından derin bir nefes aldı ve gözleri siyah renge büründü. Mızrağın kılıcımsı ucunu çevirdi ve kendi karnına sapladı. Aslında 'Harakiri' gibi gözüküyordu ama farklı bir şeydi.
Altair'ın yüz ifadesinde en ufak bir değişim dahi yoktu. Sanki acıyı hissetmiyormuş gibi duygusuz ve sakindi. Yeterli kan akıttığını düşündüğünde ağzını araladı ve konuştu.
"Uyan, Nigreos!"
Nobilis'ten herhangi bir ses çıkmamasına rağmen, mızrak siyah bir ışıkla parlayarak Altair'dan akan tüm kanları absorbe etmeye başladı.
Altair'ın Mana ve Savaş çekirdeği son hızla dönerek, vücudundan çıkan kanları yenilemeye başlasa da Nobilis'in absorbe etme hızına yaklaşamıyordu.
Bunu fark eden Altair'ın siyah gözleri hafifçe parlamaya başladı. Gözünden siyah ışık dalgaları çıktı ve on metre çevresinde ki canlıların yaşamını ve manasını çaldı.
Vücudunda ki kan daha da hızlı yenilenmeye başladı ve Nobilis'in absorbe hızını yakalamaya başlamıştı. Bir süre geçti ve Altair'dan akan kanların miktarı vücudunda ki kanın yarısını geçti. Yüzü hafifçe solmasına rağmen, çekirdekleri kanı yeniliyordu. Bu onu biraz rahatlatmıştı.
Zeng!
Nobilis Altair'ın rahatlamasını bekliyormuş gibi öncekinden daha hızlı bir şekilde kanı absorbe etmeye başladı. Öncekinden daha hızlı absorbe ederken, Altair'ın vücudunda ki kanı; patlamış şişeden akan su gibi boşaltmaya başlamıştı.
Altair'ın yüzü daha da solarken gözlerinde panik belirdi. 'Böyle devam ederse, vücudumda sıvı kalmayacak.. En fazla bir dakika dayanabilirim!'
Altair'ın kanı yenilemesi için iki şeye ihtiyacı vardı. Su ve Enerji... Bu ikisi olduğu sürece vücudunda ki kanı yenileyebilirdi. Ama vücudunda ki su miktarı yavaşça tükenmeye başlamıştı. Absorbe hızı, yenilenme hızını geçmişti. Bu yüzden yakında Altair'ın vücudunda ki tüm kan çekilecekti.
Altair'ın siyah gözleri, mor döndü ve parladı. Etrafta ki mananın hareketlerini izlemek için 'Mana' görüşünü açtı. Etrafta teller haline dolanan mana telleri tüm görüşünü doldururken, mananın hafif dalgalandığı yerlere baktı.
'Üç yüz metre ileride bir tavuk büyüklüğünde hayvan var. O bana otuz saniye kazandırır...' Altair'ın karnını delmiş bir mızrak olsa da onu umursamadan hayvanı hissettiği yere doğru koştu.
Attığı her adımda yaşayabileceği süre kısalsa da, kaşla göz arasında hayvanı hissettiği yere varmıştı. Tavuk büyüklüğünde hissettiği hayvan bir Ova Köpeği idi. Bunlar normal köpeklere göre daha küçük olsalar da, çoktan Kalfa Aşamasında bir savaşçı kadar güçlülerdi.
Altair onu tek hamlede öldürdü ve köpeği çiğ çiğ yemeye başladı. İçinde ki besinler, midesine indiği anda enerjiye ve manaya dönüşüyor, kanlar dönüşerek vücudunda ki kanla uyum sağlıyordu.
Köpeği birkaç saniyede yedikten sonra yeterince enerji kazandığı için 'Mana Görüşünü' tekrardan açtı ve sırada ki hedefine yol aldı. Bu sefer yüz metre uzakta ki bir koyundu. Büyük ihtimalle çiftlik ya da kervandan kaçmış bir hayvandı.
Altair onun yanına vardığında bu sefer onu öldürmedi ve boğazından yakaladı. Mor gözleri siyaha döndüğü koyunun beyaz ve hayat dolu derisi solmaya ve yaşam gücünü kaybetmeye başladı. Koyunun kafasının üzerinde garip bir ışıltı ortaya çıktı ve Altair'ın gözlerine girerek kayboldu.
Altair ölü koyunu bir kenara attı ve başka avlar aramaya başladı.
***
Çoktan bir saat geçmiş ve Altair'ın saçı başı darma dağınık olmuştu. Alnında boynuzları çoktan çıkmış ve Asil ırkında ki görünümüne dönmüştü.
Altair bu bir saatte çoktan üç insan, yedi koyun, beş aslan, dört boğa, yüz ağaç, bir kilometre çapında ki bir ova ve sayamayacağı kadar tavşan tüketmişti. Bunların hepsinin yaşam gücünü ve manasını absorbe etmiş ve kendini yenilemişti. Fakat, her yenilediğinde Nobilis'in absorbe hızı daha da artıyordu.
Teni öncesine daha solgundu. Göğsünde ki kaburgalar belli olmaya başlamış, bir aydır yemek yemeyen birisi kadar acınası görünüyordu.
Altair böyle durmaya devam ederse, öleceğini bildiğinden kendine av aramaya devam etti.
***
Altair bir kervanın önünü kesmiş ve yardım istemişti. İçeriden nazik ve tatlı bir bayan inmiş Altair'a yardım etmek için sormuştu.
Fakat Altair'ın gözleri siyah bir ışıkla parladığı anda kadının vücudu kan sisine döndü. Altair ağzını açtı ve tüm kan sisini emdi.
Kadının tepki dahi veremeden, öldüğünde arabadan birkaç kişi daha indi. İki çocuk ve bir adamdı. Büyük ihtimalle kadının ailesiydi.
Adam Altair'ı görünce titredi ve çocukları arkasına aldı. Elinde kırmızı bir kılıç belirdi ve dehşet verici bir aura saldı. Ancak bu aura Altair'ı korkutmak yerine heyecanlandırmıştı.
Gözlerinden siyah bir ışık yayıldı ve çocukların yaşam gücünü anında emmişti. Altair'ın kan üretimi hızı, Nobilis'in absorbe hızını katlayarak geçmişti.
Adam çocukların yere düşüşünü gördüğünde gözleri kanlandı ve gözlerinde yaşlarla Altair'a saldırdı. Gücü Büyük Usta Aşamasına yakındı.
"Lanet Canavar!" sesinde yoğun bir nefret ve hüzün vardı. Kanlanmış gözleri Altair'a bakarken korku ve nefret doluydu. Kılıcını kaldırdığı anda bulunduğu yol parçalara ayrılmış ve etraf gürlemişti.
Ancak Altair'ın hiçbir korkusu yoktu. Ağzını açtı ve sadece bir kelime söyledi.
"Kımıldama!"
Kelimeler bir zincirmiş gibi adamı kilitledi ve hareket etmesini engelledi. Adamın ruhu, bedeni ve zihni kilitlenmişti. Ne bir şey düşünebiliyor, ne de hareket edebiliyordu. Mana ve Qi akışı dahi kilitlenmişti.
Altair'ın dişleri uzadı ve ağzını açtı.
Poof!
Adam kan sisine döndü ve Altair'ın ağzına doğru yol aldı.
Altair bir kara delik gibi tüm kanları emdi. Siyah gözleri soğuk bir ışıkla parlarken, Nobilis'in absorbe edişi yavaşlamaya başlamıştı.
Altair'ın kanlı ve yakışıklı suratında, görüşüyle ters orantıda iğrenç bir gülümseme belirdi. "Nigreos'u kazandım... Artık Ryuu ve diğerleriyle uğraşmama gerek kalmadı. Çok daha önceden elde ettim her şeyi..." biraz önce yaptığı hiçbir şey umurunda değildi. Bu dünya güçlünün zayıfı yediği yerdi. Doğa zayıfı elerdi.
Kazanan her şeyi alırdı!
Altair çok fazla dikakt çekeceğinden korktuğu için bulunduğu yeri terk etti ve birkaç kilometre daha uzaklaştı. Bir süre daha devam ettikten sonra artık şehirden on kilometre uzaktı.
Altair şehirden on kilometre uzak olmasına rağmen içi rahat etmedi ve daha da uzaklaşmaya başladı.
Yarım saat ilerledikten sonra artık şehirden elli kilometre uzaklaşmıştı.
Siyah gözleri bir kez daha parladı ve yüz metrede ki tüm yaşamı sömürdü. Yüzünde ki gülümseme büyürken, Nobilis'in sapını tuttu.
"HAHAHAHA! UYAN, KARANLIĞIN AÇGÖZLÜ HÜKÜMDARI NİGREOS!" Altair'ın zihni mızrağı tuttuğu anda bulanmaya başladı ve çılgınlar gibi gülmeye başladı.
Nobilis'i karnından çekerken, dışarı kanlı bir mızrak çıktı. Altair'ın karnı tamamen delinmesine rağmen çılgınlar gibi gülüyordu.
Nobilis'in rengi mor ve siyahın karışımından oluşurken bu sefer saf kırmızı bir mızrak ortaya çıktı. Mızrağın ucunda kendi etrafında dönen kırmızı haleler vardı. Mızrağın sapı oldukça inceydi.
Ama Altair mızrağın dönüşümünü umursamadan konuştu.
"Kılıç modu: Draco!"
Mızrak kırmızı ışıkla parladı ve tekrardan dönüşmeye başladı. Altair'ın elinde siyah kabzalı, gri kenarları olan, kırmızı taşlı bir ejderha kılıcı oluştu. Kabzasının etrafına dolaşmış kırmızı bir ejderha vardı. Kılıcın ucu kendi etrafında bükülmüştü.
Kılıç dönüştüğü anda Altair tekrardan konuştu.
"Büyülü Asa modu: Ante!"
Kılıç parladı ve bir asaya dönüştü. Asa ejderha kafasına sahipti. Ağzında garip bi cevher parlayarak, sanki ateş püskürmek üzereymiş gibiydi. Ayrıca sapı ve arka kısmı saldırmak için kullanılacak kadar düzgündü. Her ne kadar büyü yapmak için olsa da sıradan bir şekilde saldırılabilirdi.
Altair büyülü asayı umursamadı ve tekrardan konuştu.
"Tırpan modu: Satis!"
Asa ondan önceki silahların yaptığını devam ettirdi ve parladı. Ama bu sefer diğerleri gibi küçülmedi daha da parladı ve onlarca metreyi aydınlatacak kadar güçlü bir ışık yaydı. Altair'ın elinde ki hafif asa bir anda yüzlerce kiloluk iki tırpana dönüşmüştü.
Birisi sıradan tırpanlara benzerken, diğer daha özel ve garipti. İçeri doğru eğimi olması gerekirken, direk hilal şeklindeydi. İki tırpanda kırmızı ve siyahın ahenkli karışımından oluşurken, bakınca deride kaşındırma yapacak kadar keskin ve tehlikeli gözüküyordu.
Altair tekrardan ağzını açtığında ağzından kanlar gelmeye başladı. Yedi deliğinden kanlar gelirken, hiç umursamadı ve tekrardan deli gibi gülmeye başladı.
"Orjinal Görünüm! Kara Kılıç Modu: Nigreos!"
Elindeki tırpanlar tekrardan dönüşmeye başladı ve siyah bir ışıkla parladılar. Çok kısa sürede ortaya siyah ve morun ahenkli dansından oluştan bir kılıç ortaya çıkardılar.
Kılıcın kabzasının hemen altında mor bir mücevher etrafa bakan bir göz gibi gözüküyordu. Nigreos havada süzülüyor, etrafında mor ışık çizgiler dolanıyordu.
Altair'ın gözleri dönmeye başladı ve kırmızı renge dönmeye başladı. Gözleri kararmaya başlarken ayakta bayıldı. Nigreos Altair'ın eliyle temas etti ve hafifçe parladı.
***
Şuan Altair'ın zihninde fırtınalar kopuyordu. Altair havada boşlukta duruyor, karşısına çılgın bir ifadeyle bakıyordu. Çünkü; Nigreos yani Nobilis'in ruhsal görünümü karşısındaydı.
Nigreos bir insan değildi. Kalıntısının ruhu en azından insan görünümde değildi. Kırmızı gözleri, siyah ve kırmızının karışımından oluşan boynuzları, diken gibi dikelmiş uzun gri saçları ve korkutucu olan dev bir yapısı vardı. En azından iki yüz metre büyüklüğündeydi.
Jilet gibi keskin dişlerinin üzerini örten bir tabaka yoktu. Sürekli gülümser bir ifadeyle, korkutucu bir yaratıktı.
Ancak Altair en ufak bir şekilde korku hissetmiyor, garipsemiyordu. Çünkü Nigreos bir silah ruhuydu. Yani isteği dışında bir şekilde bulunuyordu.
Örnek olarka; Ağaç odaklı bir kalıntı genellikle Elf ya da ormanla alakalı bir canlı silüetinde olurdu. Ancak Nigreos gibi karanlık bir kalıntılar genellikle özel ırklardan ya da bireysel görünüş kazanırlardı. Karanlık kalıntılar çok daha akıllı ve kurnaz olurlar, kullanıcının zihnini tüketirlerdi.
Tabi ki bu yegane sahibi olarak atandığı sürece böyleydi.
Nigreos'un cehennemden çıkmış gibi korkutucu sesi yankılandı. "Neden burada olduğunu biliyorsun değil mi? Zihnin ve bedenin Nigreos'u kaldıracak kadar kuvvetli değil. Bu yüzden seni yemem gerekiyor..."
"HAHAHA! SENCE SIRF SENDEN DOLAYI MI BÖYLE ÇILGIN VE DELİRMİŞ GÖZÜKÜYORUM?!" Altair çılgınlar gibi gülerken, kibirli bir şekilde Nigreos'a bakıyordu.
"Hah~ Bundan önce dört kişi daha yegane sahibim olmak istemişti. Ama hepsinin sonu tüketilmek olmuştu. Bu seferde aynısı olacak..." Nigreos iç çekerken ağzını açtı. Dişleri bir boyutsal yarık gibi aralandı ve kara delik gibi gözüken ağzı ortaya çıktı.
"PUFFT! SENİN HAYALLERİNİ YOK ETTİĞİM İÇİN ÜZGÜNÜM AMA BENİ TÜKETEMEYECEKSİN!" Altair kafasını geriye attı ve elini uzattı. Dünya'nın en komik şakasını duymuş gibi gülüyordu.
Dudakları yukarıya kıvrıldı ve dişleri gözüktü. Ağzını hafifçe araladı ve bir şeyler mırıldandı.
"Conlinis..."
Zzzz!
Karanlık havada gümüş renkli yıldızlar belirdi ve hepsi Nigreos'un etrafında döndü. Toplam yedi tane gümüş yıldız vardı. Hepsi on metre boyutlarında aynı boyutlarda, aynı renklerdeydi.
Bir sıra oluşturur gibi Nigreos'un üzerinde hizalandılar ve gerçek bir yıldız gibi parladılar.
Altair elini aşağıya doğru eğdi.
"...Damgala!"
Bunların hepsi saniyenin onda birinde olmuştu. O kadar hızlı gerçekleşmişti ki Nigreos'un tepki verecek zamanı dahi olmamıştı. Neler olduğunun farkında olmadan tüm vücudu delik deşik oldu ve yığıldı.
Yedi yıldız aynı anda parlasa da sadece birisi damgalamamıştı. O hafifçe aşağı indi ve sadece kafası kalan Nigreos'un üzerinde durdu.
Altair hafifçe aşağı süzüldü ve Nigreos'un gözleriyle aynı seviyeye indi. Sadece sağ gözü bile Altair'dan büyük ve uzundu. Kırmızı gözü Altair'a bakarken titriyor, değişik duygularla dalgalanıyor ve doluyordu.
Ama en yoğun duygu 'şaşkınlıktı'.
Altair elini uzattı ve Nigreos'un gözlerine dokundu. 'Hm... Bu gözler nereden baksan 100 dereceden daha sıcak. Ama... En ufak bir şekilde sikimde değil...'
"Ne olacağını biliyorsun değil mi?" Altair sadece kafası kalmış Nigreos'a baktı. Biraz sonra tüm kalıntı ruhunu tüketecekti ve sahiplik için Nobilis'i atayacaktı.
Nobilis tüm silah üzerinde tam kontrole sahip olurken, Altair kalıntının tek sahibi olarak her şeyi kontrolüne alacaktı. Buna Nobilis'te dahil...
Nigreos derin bir nefes aldı. "Bundan sonra Nobilis ana kalıntı ruhu olacak... Tüm güçlerim ve anılarım ona geçerken, bu ruh yok olacak. Biliyorum... Ama sen oldukça güçlüsün... Belki bu kalıntının tüm gücünü dünyaya gösterebilirsin." sesi oldukça meraklı ve sıkıntılı geliyordu.
Ama Altair onu umursamadı. Sadece gözleri koyu siyah renge dönerken, hafif bir şekilde parladı. Elinin üzerinde garip bir desen belirdi ve hafifçe parladı. Altair'ın ağzından sadece bir hece çıktı.
"Ye."
Altair'ın elinden dumanlar çıkmış ve Nigreos'u yutmuştu. Nigreos'un ruhunu tamamen tüketen Altair'ın zihnine garip bir damga yerleşti. Bu damga bir aydı.
Siyah renkli bir aydı. Etrafa soğuk bir aura yayıyor, uzayı donduracak kadar soğukmuş izlenimi veriyordu.
Altair iç çekti ve gözlerini kapatarak gerçek dünyaya geçti.
Zihnindeyken sadece bir dakikaymış gibi gözükse de, gerçek dünyada çoktan bir saat geçmişti. Altair bir saattir orada duruyordu.
Gözlerini açtı ve kafasını kaldırdı. Elinde siyah renkli Nigreos vardı. Altair onu hafifçe salladı ve kendisiyle en ufak bir uyumsuzluk göstermediğini anladı.
Nobilis Nigreos'un yerine geçerken bir süre uyuması gerekiyordu. Yaklaşık üç ya da dört sürecek bir işlemdi bu...
Altair etrafı daha da kırmızı görmeye başladığını fark etti. Kızıl Stigması cereyan göstermiş, yakut kırmızısı gözleri parlamaya başlamıştı.
"Asil ırkımın gerçek görünümde boynuzlar yok. Aksine tamamen insan gibi görünüyoruz. Üstelik bu beden Asil ırkımın, ilk basamağında... Bir Dux olsa da güçlerini tamamen uyandırmamış. Yoksa Asil ırkının özellikleri yüksek seviyeli sistemlerde bulunan insanları korkutacak kadar özel ve güçlü..." Altair kafasını salladı ve gözlerini kapayarak vücudunu inceledi. Karnında ki yara çoktan kapanmış, iz bırakmadan kaybolmuştu.
"Hm. Sadece birkaç yüz insan daha özümsemem gerekiyor. Yakında savaş çıkacağı için pek zorlanmam herhalde..." Altair üzerinde ki kanlı kıyafeti çıkardı. "Üstelik ırkımın nüfusunu artırmam gerekiyor. Bir Dux olarak sadece kadınları dönüştürebiliyorum. Ve sadece on kişilik bir sınırım var. Kanım daha da saflaşırsa bir kişilik yer daha açılsa da bu sıkıntı yaratıyor. Birisi Lyra'ya gitti. Dördü; Rose, Ella, Mia, Lucy için ayırdım. Onları dönüştürmem gerekiyor ki neslimin devamı gelsin. Asil ırkı sadece kendi içinde saf kan ortaya çıkarabiliyor."
"Eğer diğer ırklardan birisiyle çiftleşilirse miras güçlerinin sadece yarısı kalıyor. Çocuklarım da beşer kişilik dönüştürme hakkı kazanıyorlar ve gelecek nesle aktarıyorlar... Güzel sistem ama oldukça kısıtlıyor..."
Altair seks ya da cinsellik deyince kızaracak bir velet değildi. Önceki hayatında dört tane çocuğu olmuştu. Onları leylekler getirmemişti ya? Cinsellik hayatın merkezinde olan bir şeydi. Öyle bir kavram olmasa tüm ırkların soyu bin yıl içinde yok olurdu. Bu yüzden seks, cinsellik ve birliktelik onun için çok normal ve sıradan bir şeydi. Hatta bağıra bağıra şarkı bile söylerdi.
Altair kızıl gözlerini, gümüş renge çevirdi ve gülümsedi. "Lyra'mı görmek için sabırsızlanıyorum... Ama önce üzerimi temizlemem gerekiyor. Yirmi kilometre ötede bir orman olması gerekiyordu. Tam ortasında küçük bir göl vardı. Oraya gidip temizlensem iyi olur. Yoksa canavar olarak nitelendirilip, saldırıya uğrayacağım. Leş gibi kan ve kir kokuyorum..."
Altair elini salladı ve Nigreos'u vücuduyla birleştirdi. Artık yegane sahibi olduğu için vücuduyla birleştirebiliyordu. Kısaca artık dışarıda kolye olarak saklamasına gerek yoktu.
Altair'ın kafasında ki boynuzlar yok oldu ve yerini tamamen bir insana bıraktı. Gümüş gözleri hafifçe parlarken havayı delerek, on kilometre ilerisini gösterdi.
Sağlam bir şekilde bastıktan sonra orjinal konumundan kayboldu ve rüzgara karıştı.
***
3000 kelime, 3000 kelime! Bölümün içinde bazı yerlerde harflerin yerleri karışarak yazım hataları olmuştur. Kusura bakmazsınız artık...
Ayrıca burada geçen silahların ve Nigreos'un resmini yorumlara koyacağım. Bakarsınız.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..