Arden daha yeni kolay olmayan şeyler yaşamış genç kızı fazla zorlamak istemedi. "Peki sonra konuşabiliriz ama bu önemli. Mutlaka anlatmalısın, unutma."
Arden üşüdüğünden içine sıcaklık veren şu taşı tüm yol boyunca elinde sımsıkı tutmuştu, bir an fark etti ki taş artık elinde değildi. 'Düşürdüm mü.? Hayır, o kadar sıcaktı ki elimi açmadım bile. Nereye gitti bu?'
Diğer gençlerin arasından sıyrılıp grup lideri çıkageldi. "Konuşmanızı böldüğüm için üzgünüm." Arden'in kulağına doğru yaklaşıp kısık sesle konuştu. "O zorbaya karşı ne yapacağız? bir şey yapacaksak tam sırası, şimdi yaralı olduğundan bir şey yapamaz."
Arden "Merak etme, onun için bir şeyler düşündüm. Sadece etrafınızdayken dikkatli olun ve bir şey sezdirmeyin. Çok kalmadı.. " dedi sinsi bir gülümsemeyle. "Bu sırada özellikle sana gösterdiğim grupları tarafımıza çekmeye çalışın, zamanı geldiğinde arkamızda dursunlar."
Grup lideri dalgın şekilde kafasını salladı, bir şeye takılmış gibi görünüyordu. "O sesi duydun değil mi?"
Arden onun neden bahsettiğini biliyordu, bir süredir onun da aklı bu garip sesle meşguldü. "Duydum, duyulmayacak gibi değildi. O yaratık bile duyduğunda tepki verdi, basit bir şey olamaz."
İkili arasında konuşma sürerken, önden giden insanlar ve sıçanın cesedini taşıyan mızraklılar durdu. Ortamda tam bir sessizlik hakimdi, Arden niye durduklarını görmek için ileriye doğru yürüdü. Onları gördüğünde gözlerini kapatıp, derin bir iç çekti. 'Lanet olası.. yaratıklar.'
Karşılarında duran şey öldürdükleri yaratığın hemcinslerindendi, daha kötüsü bu kez tek başına da değildi. Karşılarındaki 2 sıçan belki öldürdükleri yaratığın sürüsündendi, belki de onun çığırışları onları buraya çekmişti. Her halükârda başlarının dertte olduğunu biliyorlardı, tekiyle uğraşırken bile 3 kayıpları vardı ve neredeyse şansa öldürmüşlerdi. Mızraklıların birkaçı da yaralıydı, savaşabileceklerin sayısı da ikisini öldürmek için yeterli değildi.
Sıçanlar, insanların öldürdüğü sıçanın cesedini görünce iki ayağının üzerine yükselip çığırdılar. Hemcinsleri öldüğü için sinirlenmişler miydi?
Arden, grup lideri ve kurtardığı genç kıza geri çekilmelerini işaret etti. Eğer saldırırlarsa kazanamayacaklarını anlamıştı ve en iyi fikrin arkada kalmak olduğunu düşündü. Kendi yaşamları için diğerlerini feda edecekti.
Aklından bunlar geçerken, ağaçların arasından koca cüssesiyle çevik bir yaratık zıpladı. Çok hızlıydı ve sıçanlar bile zamanında fark edemedi. Fark edemedikleri gibi biri bu yaratığın hedefi olmuştu.
Yaratık koca çenesiyle sıçanın boynundan kavrayıp dişlerini geçirdi, acıdan inleyen sıçanı havaya kaldırdı. Sıçan acı içinde cıyaklarken boşta kalan ayaklarıyla kurtulmak için tepiniyordu.
Arden sıçanlardan sonra pek bir şeye şaşırmayacağını düşünüyordu ama onu gördüğünde ikinci bir şok geçirdi. 4 ayaklı koca yaratığın hafif beyaz renkli tüylerinin üzerinde siyah dalgalı benekleri vardı. İnce bacaklarının aksine üst bedeni çok güçlü görünüyordu, bu kesinlikle bir kurttu ama boyu insanlarınkine eşitti. 'Nasıl bir yer burası böyle!?'
Sıçanlar insanların göbeğine kadar gelirken bu kurt bir insan boyundaydı, sıçanın pek de bir şansı yoktu. Diğer sıçan, havadaki hemcinsini kurtarmak için kurdun üzerine atladı ve karnına dişlerini geçirdi.
Kurt acıdan cıyaklayıp ağzındaki avını düşürdü ama hala yerdeyken yeniden boynunu kapıp bir hamlede ezdi, kırılan kemiklerin sesi rahatça duyuluyordu. Yere düşen sıçan çırpınmayı kesti ve yavaşça kendini bıraktı.
Tüm bunlar olurken kamp alanına doğru yürüyen kalabalık, kargaşadan faydalanıp çoktan kaçıp dağılmıştı. Bazıları ise belli bir mesafeye saklanıp olacakları izliyordu, nasıl olsa bu hayvanlar varken kendilerinin dişe dokunur avlar olmayacağını düşündüler.
İlkini öldüren kurt, onu yaralayan diğer sıçana döndü ve kızgın suratıyla hırladıktan sonra üzerine sıçradı. Sıçanın sırtından yakaladı ama çenesi boşta kalan sıçana açık vermişti. Sıçan kurdun en zayıf bölgelerinden olan karnını yeniden dişledi.
Zaten yaralı olan kurt, ikinci yarasını da aldığında karnından oluk oluk kan akıyordu. Sıçanı bırakıp boynuna yöneldi, iki hamleyle onun da boynunu kırdı.
Arden ise savaşın biraz uzağında devrilmiş bir ağacın dibinde saklanıp olan biteni izliyordu. Savaşın bitmesiyle 'insanların peşinden mi gidecek?' diye düşünürken, kurt öldürdüğü sıçanın ensesinden ısırıp sürükleyerek alandan yavaşça uzaklaşmaya başladı.
Güzel beyaz kürkü kızıla boyanan kurt aksayarak ağaçların arasına girip kayboldu.
Herkes kaçıp kurtulmayı düşünürken Arden, kurdun geride bıraktığı sıçanın yanına koştu. Etrafını iyice araştırdıktan sonra, sıçanın yanında daha önce bulduğuna benzer bir taş buldu. 'Bu mavi taş acaba bu yaratıklardan mı çıkıyor? Ayrıca ne işe yarıyor bunlar? Bu önemliye benziyor.'
Bundan emin olmak için alandan yeni uzaklaşan kurdu takip etmeyi düşündü. Ağır yaralı olan kurdun fazla dayanamayacağını anlamıştı. Yaralı hayvandan akıp yeri sulayan koyu kanı takip etmeye başladı. İki- üç dakika sonra ağaçların arasında göze çarpmayan küçük bir mağara gördü, mağara toprağın altına doğru kazılmış ve o kurdun rahatlıkla girip çıkabileceği kadar genişti.
İlerlediğinde en azından 2 insan boyu büyüklüğündeki mağara girişini gördü. İçeriye girerken kalbi dört nala koşuyordu ama bu sırrı çözmek her şeyden daha baskın gelmişti. Hemen girişte kurdun cansız bedenini gördü, önünde de götürdüğü sıçan uzanıyordu.
Tap..
Tap..
Çok geçmemişti ki mağaranın içinden birkaç ayak sesi duyuldu. Arden buraya tek başına ve silahsız gelmişti, gerçi silah olsa da bir şey değiştireceğini sanmıyordu. 'Bu, kurdun eşiyse..'
Tap..
Tap..
İki sıçanı çabucak öldürmüş bir kurda karşı hiç şansı yoktu. Öyle çevik bir yaratıktan kaçmayı düşünmüyordu bile. Sesler yakınlaştıkça sesin kaynağını karşısında gördü..
Küçücük ayaklarıyla hızlı adımlar atarak yakına sokulan henüz yavru bir kurt. Tombalak bedeninin üzerindeki bembeyaz kürkünde henüz leke bile yoktu ve ışıl ışıl parlıyordu.
Boyu neredeyse bir insan dizinin yarısına bile ulaşmayan bu yavru kurt biraz ilerledikten sonra durdu. Yerde uzanan kocaman sıçan cesedinden ürkmüştü, yampiri yürüyerek etrafından dolaşırken gözlerini onun üzerinden ayırmıyordu
Sıçan cesedini geçtikten sonra yerde yatan dişi kurdu gördü, iniltiler arasında koşarak yanına gitti. Vücuduyla anne kurdu destekleyerek kaldırmaya çalışıyordu. Küçük vücuduyla birkaç kez itekledikten sonra yorulunca denemekten vazgeçti. İnce sesiyle kısa kısa ulumalarından sonra annesinin bacakları arasına sokulup kıvrıldı.
Arden uzun süre kıpırdamadan olanları izledi, aniden nefes alışı hızlanmaya başladı ve gözünün önüne birkaç çarpık resim geldi. Zemini kızıla boyanmış parlak bir koridor, kızıla boyanmış kıyafetleri.. O da ne? Dizlerinde yatan bir baş var.. ama kim olduğu bir türlü görünmüyor. Pürüzsüz, uzun ve düz bir sopa?
Tüm bunlar da neydi böyle? Gördükleri ona bir şeyler çağrıştırmıştı, aynı zamanda ona inanılmaz bir acı yaşattı. Bu kez acı kafasında değildi, sanki göğsü sıkıştırılıp patlayacak gibi acıyordu. Öyle bir histi ki ses telleri yırtılana kadar bağırma arzusu vardı, göğsünün hızlı hızlı inip kalktığını fark ettiğinde kendini sakinleştirmeye çalıştı.
Gördüklerini ve yaşadıklarını anlamaya çalışıyordu ama sanki dipsiz bir kuyu gibiydi, düşündükçe kafasına ağrılar saplanmaya başladı. Arden daha yenice hiç bilmediği bir yerde uyanmış, biraz önceki savaşa kadar kendiyle ilgili hiçbir şey hatırlamıyordu. O savaşın bitimiyle aklında küçük parlamalarla birkaç kısa resim belirmişti ama bu neredeyse hiçbir şeydi.
Arden yine düşünceler arasına dalmışken yavru kurt onu fark etti, insana döndüğünde göz göze geldiler. Annesinin öldüğünü gören kurdun göz yaşları tüylerini ıslatmıştı, acılı ve sinirli gözlerle ona bakıyordu.
Ayakta duran tek kişi olduğundan annesini onun öldürdüğünü düşünmüştü, birkaç hırlama sonrası üzerine koşup daha tam olarak çiğneyemeyen dişleriyle ayağından ısırmaya çalıştı. Yavru kurt biraz canını yaksa da zarar verebilecek kadar büyümemişti henüz.
Arden eğildi ve sinirli yavru kurdun ensesinden yakaladı, yere oturup onu kucağına aldıktan sonra sıkıca sarıldı. O arada cinsiyetine bakmaya da çalışıyordu. Öfkeli yavru kurt uzun süre kurtulmak için çırpındı. Arden onu sakinleştirene kadar yerinden kımıldamadı. "Sakin ol oğlum, geçti.."
Uzun süre çırpınan yavru kurt sonunda yorulmuştu, birazdan Arden'in sıcak kucağında uykuya daldı. Uykusunda bile hırlaması devam ediyor, gözyaşları akıyordu.
Arden uykuda olan kurdu annesinin yanına yavaşça bıraktı. Buraya gelmesinin arkasındaki sebep canavarlardan çıkan taşlardı. Gerçekten canavarlardan mı çıkıyordu emin olmak istiyordu, ayrıca ne işe yaradıklarını da öğrenmek istemişti.
Sıçanın çevresini araştırdı bir süre ama onun yanında taş yoktu. 'Yani canavardan taş çıkması çok saçma olurdu, bulmam sadece tesadüftü.' diye düşündü.
Emin olmak için kurt cesedinin etrafında dolandı, "İşte.!" aradığı şey tam karşısındaydı. Yine aynı güzellikte pürüzsüz, açık mavi bir taş ama bu sıçanlardan çıkandan iki kat büyüktü. 'Gerçekten de bu yaratıklardan çıkıyor ve daha güçlü canavarlardan daha büyük taşlar mı çıkıyor? Bu taşlar yaratıklar öldüğünde çıkıyorsa.. Ah doğru, bu sıçan burada ölmedi.'
Arden kurttan çıkan büyük taşı pantolonun cebine zar zor sığdırdı. Sıçandan çıkan taş avucunun ortası kadar dersek, kurttan çıkan ise elini dolduruyordu.
Bunun dışında aklına takılan başka bir mesele vardı, bu taşlar kendiliğinden eriyip gidiyor muydu acaba? Yoksa vücuduyla etkileşime geçtiğinden mi eriyordu, ya da en büyük ihtimal geçen sefer taşı düşürmüş olmalıydı.
Bunu tekrar deneyip ne olacağını görmek istedi ama ondan önce bu mağaranın içinde ne olduğuna merak sarmıştı.
Mağaranın içinde ne olduğunu görmek için biraz daha derine indi, mağara gittikçe kararıp daraldı. İçeride hayvan kaburgalarından başka pek bir şey yoktu ama gerçekten sıcacıktı. Bu ona bir şeyi düşündürüyordu, yavru kurdun artık ona bakacak bir ailesi var mıydı? "Eğer erkek hala buralardaysa ona bakabilir. Yoksa.."
Arden bu yavru kurtla ne yapacağını düşünüyordu, cesetlerin çektiği başka hayvanlara da yem olabilirdi. Oturup bunları düşünürken gözüne bir parça kopmuş kaburga kemiği ilişti 'Sanırım denemeliyim'. Onu alıp bir kayanın üzerinde sivriltti ve mağaranın girişine geri döndü. Dişi kurdun etrafından dolaşıp yavru kurdun göremeyeceği bir açıya geçti.
Sivrilttiği kaburga kemiğiyle kurdun postunu deldi ve yeterince keskin olmayan kemikle deriyi kesmeye başladı. Keskin olmadığından çok çaba ve zaman gerektirmişti. Uzun çabalarından sonra bir insanı kaplayacak kadar büyük bir kürk parçası çıkarabilmişti.
Sonunda kurdun kürkünü çıkardığında ölü sıçandan birkaç parça et kesti. Çıkardığı kürkü yuvarlayıp sardı ve koltuğunun altına sıkıştırıp yavru kurdu da diğer eliyle kucaklayıp geldiği yoldan geri yürümeye başladı.
Yavru kurt göründüğünden daha ağırdı, hem kürkü hem yavru kurdu taşımakta zorlanmıştı. Yolu yarıladıklarında kurt uyandı ve yine kurtulmak için çabalıyordu. Zaten ağır olan kurdu taşımak daha da zorlaşmıştı.
Bir şekilde sıçanların ve kurdun dövüştüğü alana kadar getirebildi ama kolları daha fazla dayanamayacağını anlayınca yavru kurdu ve kürkü yavaşça yere bıraktı. Biraz önce sıçandan kestiği küçük parçaları kurdun önüne bıraktı. Yavru kurt çok aç olmalıydı ki görür görmez büyük bir iştahla yemeye başladı.
Direkt olarak kampa geçmeyip buraya kadar gelmesinin sebebi sıçandan düşen taşın burada olma ihtimali yüzündendi. Buraya geri döndüğünde kendi öldürdükleri sıçanın cesedi yoktu, "sanırım kamptakiler götürdü." diye düşündü. Dişi kurdun öldürüp geride bıraktığı sıçan hala burada duruyordu.
Birkaç dakika taşı bulmak için çevreyi aradı ama taş hiçbir yerde yoktu. 'Ah cidden bittim artık ben, daha fazla uğraşmak istemiyorum. Belki de yolda bir yerlere düştü taş.'
Vazgeçip dönmeye karar verdi, kürkü almak için yere doğru uzandığı sırada yavru kurt yanına geldi ve ağzındaki taşı Arden'in önüne bıraktı. Bu taş Arden'in bir süredir peşinde olduğu mavi taştı ve yavru kurt onu bulup getirmişti. Taş diğer sıçanlardan çıkan taşlarla aynı boyutta, açık mavi renkteydi. 'Demek ki aynı yaratıklardan hep aynı taş çıkıyor.' diye düşündü, onu getiren yavru kurda da bir parça daha et vererek ödüllendirdi.
Yavru kurdu denemek için kürkü alıp biraz yürüdü, arkasına baktığında yavru kurt yerinde oturmuş ona bakıyordu. "Gel oğlum hadi" diyerek gelmesini işaret etti. yavru kurt isteksizce kalkarak peşinden yürümeye başladı.
Arden yavru kurdu taşımak zorunda olmadığı için rahatlamıştı. Yoldayken ağaçlardaki sarmaşıklardan toplamayı ihmal etmedi, daha sonra işine yarayacaktı.
Boşta kalan sağ eline sıçandan çıkan taşı alıp iyice kavradı, yol boyu elinden ayırmadı. Kampın girişini gördüğünde elini kaldırıp avucunu açtı.
Elindeki mavi taş kaybolmuştu, cebindeki diğer taşları kontrol etti. Hepsi ilk koyduğu zamanki gibi durduğunu fark edince anladı. 'Sadece dokunduğumda etkileşime girip eriyor. Şimdiye kadar bunu öğrendim ama ne işe yaradığını öğrenemedim. Bundan henüz başkasına da bahsedemem.'
Arden kampın girişindeki dikili taşın yanından çıkarak göründüğünde insanlar hala iri kıyımın birinin öldürdüğü söylentisini tartışıyordu. Kamptakiler onu görünce bağırdılar. "Bu o!. Sıçan avcısı geri döndü."
"Woaa sen o şeyden hiç korkmadın."
"Üstüne atladığında bile kaçmadın sıçan avcısı.."
Arden sıçan avcısı diye yükselen seslere şaşkınlıkla bakıyordu, bazıları da orada savaşla ilgili Arden'i övüyorlardı.
Kampa girdiğinde hala ağlayan birkaç genç kızın sesleri ona ulaşıyordu, onlar daha zayıftı ve böyle vahşi bir ortamı kabullenmekte daha çok zorlanıyorlardı ama bazıları da çoktan kabullenmiş görünüyordu.
Arden'in grup lideri ve kamptaki insanlar koşarak yanına geldi, "Neredesin sen? öldüğünü düşünmeye başlamıştık. Sonra geldiğimizde kurt, sıçanlardan biri ve sen yoktun ne oldu orda ? Ayrıca yaralıydın zaten iyi misin sen?" dedi grup lideri.
Soru yağmuru üzerine Arden gülümseyerek cevapladı. "Merak etme ben iyiyim, sadece biraz etrafa göz atmak istedim. Kurt sıçanlardan birini öldürüp götürmeye başladı, ben de onları takip ettim. Yaralı kurt ölünce inine girdim ve oradayken bu yavruyu buldum işte, böylee."
İnsanlar neden bahsettiğini anlamamıştı. "Ne yavrusundan bahsediyorsun ?"
Yavru kurt kalabalıktan korkup Arden'ın arkasında saklanmıştı. Kafasını çıkarıp göz ucuyla onlara baktı. Arden yavru kurdu hızlıca yakalayıp kucağına aldı ve gülerek konuştu. "Bu küçük oğlan işte, biraz çekingen ama çenesi kuvvetlidir. Benim için bir süre onunla ilgilenir misi-"
Kızlar bu sevimli yavru kurdu görünce ağızlarının suyu akmıştı, Arden'in elinden kapıp onu mıncırmaya başladılar.
Grup lideri, Arden'i kenara çekip oturttu. Sırtındaki yaraya bakmak istiyordu, sırtına baktığında şaşırdı. "Senin yaralarına ne oldu?"
Arden de ne olduğunu bilmiyordu, yüzünde meraklı bir ifade vardı. "Ne olmuş?"
- "Bu yaralar derindi, neredeyse birkaç çizik kalmış sadece. Bu kadar çabuk nasıl iyileşti?"
Arden liderinin söylediklerini duyunca şaşırdı ama o an farkına vardığı bir şey vardı. Bir süredir yaralarından acı hissetmiyordu, sırtına dokunmaya çalıştı. "Gerçekten de iyileşmiş.. Bilmiyorum, bu kadar çabuk iyileşmesine ben de şaşırdım. Tüm gün oradan oraya koşturdum, yaptığım pek bir şey yoktu."
O sırada sıçan avcısının geldiğini duyan, Arden'in kurtardığı zavallı kız koşarak gelmişti, önündeki ikilinin konuşmalara kulak misafiri oldu. Arden'in sırtına baktığında 3 ufak kesiği gördü. "Gerçekten artık öldüğünü düşünmeye başlamıştık, daha borcumu ödeyemedim." derken yüzünde rahatlamış bir ifade vardı.
Arden bir kabahat işlemiş gibi hissediyordu. "Emin olmam gereken şeyler vardı, üzgünüm. Ayrıca bana yardım edeceğini söylemiştin, şu an bu yavru kurda bakmak için yardımın gerekiyor." dedi.
Genç kızın aklında hala sorular vardı, "Olur ama .. Senin yaraların nasıl bu kadar çabuk iyileşti?"
Arden bezmiş bir ses tonuyla cevap verdi. "Ben de emin değilim inan." Genç kıza baktığında yüzünde koca bir gülümsemeyle yerinde duramadığını fark etti, biraz da olsa dünkü kötü halinden uzaklaşmıştı. "Ne oldu?"
"Şey.. aslında ben adımı hatırladım." dedi heyecanla. "Benim adın Zeren." ama hala erkeklere belli bir mesafede duruyordu.
Arden bunu duyduğunda gözleri parladı. "Gerçekten mi? Çok sevindim adına Zeren. Peki başka bir şey hatırlıyor musun? Adın dışında.." Asıl merakı tamamen buydu, işe yarayacak birkaç bilgi ve yalnız olmadığını bilme ihtiyacı..
Zeren yavaşça kafasını iki yana sallayıp dudaklarını büzdü, grup lideri de Zeren'e sevincini belirttikten sonra Arden ile yalnız kalmışlardı. Arden grup liderine, "O yaratığı buraya getirdiniz mi ? Gerçekten çok açım çiğ olarak bile yiyebilirim." diyerek güldü. Karınlarından gelen karşılıklı gök gürültüsü adeta bir senfoniydi.
Alvin kampın diğer tarafını gösterdi ve "Evet, olaylar yatıştığında geri dönüp aldık ama o kalın derisini delemedik."
Arden kürkün içinden mağaradayken sivrilttiği kaburga kemiğini çıkarttı. "Biraz uğraştırıyor ama işe yaramalı. Bu arada gidip diğer sıçanın cesedini de getirir misin? Tekrar ne zaman böyle bir şans buluruz bilinmez, her şansı değerlendirmeliyiz."
Alvin gitmek üzereydi ki aniden durdu, "Ölenleri ne yapacağız?"
Arden kampın dışında yığılı üç insan cesedine baktı, "Bir fikrim var ama.. boşa gitmesini istemem onların." demesiyle grup lideri sözünü kesti.
"Kesinlikle olmaz.!" kaşları çatılmıştı ve geri adım atacağa hiç benzemiyordu.
"Ben de öyle düşünmüştüm, peki o zaman istediğiniz gibi yapın." dedi oralı olmadan.
Grup lideri kaburga kemiğini alarak öldürdükleri sıçanın yanına gitti ve gençlere verdikten sonra mızraklılardan gerektiği kadarını alıp ormana yöneldi. Arden ile yalnız kalan Zeren ona, vurdum duymazlığı hakkında bir nutuk çekiyordu..
Biraz sonra sinirli olan yüzü değişti ve gözlerinden yaşlar dökülmeye başladı. Yaşadıkları oldukça zordu nihayetinde.. Önce bilmediği bir yerde öylece uyanmıştı ve çevresinde tanımadığı yüzlerce insan vardı. Kime güvenip güvenmeyeceğini bile bilmeden henüz birkaç saat geçmişken ihanete uğramıştı. Üstelik neredeyse tecavüze uğruyordu ki hemen ardından böylesine bir yaratık çıkıp onu ölümüne korkutmuştu.
Biraz önce bedenini korumak hakkında endişelenirken şimdiyse canını korumak için endişeleniyordu ve bunun için yapabileceği en ufak bir şey yoktu. En savunmasız olduğu anda onu görmüştü, ağaçların dibinde biri ona bakıyordu ve göz göze gelmişlerdi. Onu kurtarmak için hiçbir sebebi yokken onu kurtaran gence şimdi biraz güveniyordu ve borçlu olduğunu hissediyordu.
O zamandan beri kendini tutan Zeren ayrıca oldukça yorgun görünüyordu, sonunda kendini bırakıp ağlayabilmişti. Hıçkırıklar içinde ağlarken bile karşısındakini düşünüyordu. "Üşüyor musun? Hırkanı geri ister misin?"
"Hayır, beni merak etme sen." dedi Arden, onun yüzüne bakıyordu. 'Çok saf bir kişiliği var, çok fazla yaşayacağını sanmıyorum..'
Bir süre öylece yanında oturan Zeren sessiz kalmıştı, çok sürmeden Arden'in omzuna bir kafa düştüğünde sessizliğin sebebini anladı. Zeren yorgunluğa dayanamayıp uyuyakalmıştı. Arden dişi kurttan çıkan taşı iki elinin arasına aldı ve bir süre kımıldamadan öylece kaldı.
Arden elindeki taş yok olduğunda garip bir titremeyle kendine geldi. Vücudunun her bir noktası ve her bir siniri uyarılmış, her bir kemiği içine bir şeyler akıyorcasına sızlıyordu. Kısa süren bu garip hisler aniden yükselip Arden'in vücudunun kasılmasına sebep olduktan sonra yine aniden yok olup gitmişti.
Arden'in yaşadığı bu ani fenomen yok olduğu gibi Arden artık eskisi gibi hissetmiyordu. İçindeki dolup taşan garip gücü hissediyordu, vücudu sanki hafifleyip daha da rahatlamış gibiydi. Ayrıca yaraları yüzünden canını sıkan sızıları da tamamen ortadan kaybolmuştu.
Grup lideri çok geçmeden sıçan cesediyle çıkageldi. Omzunda bir kız yatan Arden ile göz göze geldiklerinde lider, yüzünde sinsi imayla baş parmağını kaldırıp onayladı.
Arden aslında tüm bu zaman boyu hatıralarından bir parçayı ortaya çıkarmak için uğraşıyordu. Düşündükçe tüm vücudu kasılıyor, kafasına ağrılar giriyor ve soğuk soğuk terliyordu. Bir düşünme eyleminin böyle geri tepme vermesi şaşılacak şeydi ama sonunda istediğini almıştı. "Ateş.!"
"Şimdi biraz çalışma zamanı.." dedi Zeren'i kürke yatırırken. Bundan sonra çevredeki insanlardan odun parçaları, sarmaşık ve ince kuru otlardan toplamalarını istedi. Sıçan avcısı olarak nam saldığından pek çoğu onun hakkında iyi düşünüyordu, dahası iletişim konusunda çok iyiydi. Ne birini kıracak emirler veriyor ne de dayatıyordu, istediği her şey sanki nazik bir istek gibi algılanıyordu.
Çok geçmeden gerekenler toplandığında Arden 4 odun parçasını sarmaşıkla birleştirip diz boyunda bir şey inşa etti. Kalanların da bundan örnek alınarak yapılmasını istedikten sonra asıl mevzuyu çözmeliydi.
Kuru sağlam bir ağaç parçasının üzerine ince düz bir dalı koyup onu avucunun içinde çevirmeye başladı. Bu biraz uzun sürüyordu ama elindeki tek teknik buydu, sürtünmeden ilk kıvılcım çıktığında kalbi hızlandı. Çok geçmeden kuru otlardan duman tütünce hemen üflemeye başladı ve ilk ateş böyle bulundu.
"Owww.!"
"Ayhh.!"
Çevredeki insanlar şaşkınlıktan garip sesler çıkarıyorlardı, sanki ilk defa ateş gören ilkel insanlardı. 'İlkel kabileler gibiyiz gerçekten..' diye düşündü Arden, 'ama ateşi bulduğumuza göre o basamakları hızla tırmanacağız.!'
Zerenle birlikte gelen Grup lideri ateşi görünce sırtına vurdu, gözlerinde ateşin parlak yansıması görülüyordu. "Yeteneklerin sınır tanımıyor ha sıçan avcısı?"
"Sıçan avcısı mı?" dedi Arden, ayağa kalkıp göğsünü gerdikten sonra gururla konuştu. "Bundan sonra bana ateşin efendisi deyin."
Çevredeki insanlar kendilerini kahkaha atmaktan alıkoyamamışlardı, Zeren de gülümseyerek onu izliyordu. Grup lideri bu kez teselli edercesine omzuna vurdu Arden'in. "Anlıyorum seni.. sıçan avcısı." demesiyle oradan kaçtı.
Arden tüm bu koşuşturma ve planları arasında birinin kendisini gizlice izlediğinin farkına varmamıştı. Bu sabahtan beri grup lideri ile içli dışlı olan tek kişinin o olduğunu ve bir şeyler gizlediğini düşünüyordu bu genç kız. Güzel ve parlayan yüzünde kararlı bir ifade vardı, soğukkanlı duruşu olayları ve bu durumu kabullenmişcesine sakindi ve sadece bu işe odaklanmıştı.
..
Kızıl kayadan oluşan kamp alanında ateşler çoğaltılıp birkaç pişirme alanı yapılmıştı bile. Derme çatma odundan birleştirilen pişirme alanında ete geçirilmiş birkaç tahta parçasını çevirerek ilk gerçek yemeklerini pişirmeye başladılar. Vahşi doğanın ortasında kendi ilkel sistemlerini kurmuşlardı ama yiyecek kaynakları sonsuz değildi.
Grup lideri sinsi bir gülümsemeyle Arden'in yanına geldi. "Demek planın buydu.. daha iyisi olamazdı sıçan avcısı."
Arden elindeki mızrağın dengesini tartarken, "Dostum o gülüşün cidden beni korkutuyor, yapma." Kısa bir sessizlikten sonra, "Herkes hazır olsun, bugün bu işi bitirebiliriz.."
Lider bunu duyduğunda o garip yüz ifadesi kaybolup yerini ciddi bir ifade aldı, "Anladım.." dedikten sonra hızlıca uzaklaştı.
Kamptakilerin uyanmasından beri 2 gün olmuş, akşama da çok kalmadığından neredeyse 3. günlerine gireceklerdi. Tüm bu zaman boyunca ağızlarına yapraklar, mantar ve böceklerden başka bir şey girmemişti. Bu yüzden pişen etin kokusu onları vahşi hayvanlara çevirmişti, pişmesini beklerken elleri titriyordu.
"Yemekler hazır, sırayla gelin." diye bağırdı tatlı bir ses, pişirme alanlarındaki genç kızlardan biriydi.
Açlıktan kıvranan kalabalık onu duyduğunda birbirini ezmeye başlamıştı. Genç kız kaşlarını çatıp "sıraya girmeyene yemek yok" diye bağırdığında zorlukla sakinleşip sıraya girdiler.
Kalabalık yavaş yavaş yemeklerini almaya devam ederken arkalardan birkaç tartışma sesi yükseldi. Hemen sonra birkaçı ön sıradakileri tartaklayıp öne geçmişti, olanları görenlerin kızgınlığı suratlarından okunuyordu ama kim olduklarını gördüklerinde ellerinden bir şey gelmemişti.
Bez parçasıyla sarılı koluyla iri kıyım, yanındakilerle birlikte gençleri tartaklayıp öne geçtiğiyle kalmamıştı. Bir insanın hakkı olan tek et parçası yerine bolca eti aldılar. Aç gözleri doymak bilmiyordu, gözlerini doyuracak şeyin diğerlerinin elindeki tek parça etlerin olacağını düşünüyorlardı.
Arden olanları sonsuz sabrıyla uzaktan izledi, yüzünde beklentiyle dolu ifadeyle işlerin kızışmasını bekliyordu..
4. Bölüm Sonu
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..