Arden'in korktuğu oldu, bu bağrışan aptalların sesini duymuşlardı. Herkes gözünü sesin geldiği mağaranın derinlerine dikti.
Devasa mağaranın derinine doğru inildikçe içerisi kararıyordu. Karanlık olduğundan çok ilerisini göremiyorlar, gelen şeyin de ne olduğunu çıkartamıyorlardı.Ayak sesleri yaklaştıkça, bu sesin yanında yüzlerce ince, fare ciyaklamasını andıran sesleri de işitiyorlardı.
Sonunda gözlerine yansıyan neredeyse bir el büyüklüğünde yüzlerce küçük örümcekti. İnsanlar üzerlerine gelen bu yavrulardan tiksinip üzerinde tepindi. Mağaranın girişi yemyeşil örümcek kanıyla kaplanmıştı.
İnce ciyaklamalar kesildikten sonra çok geçmeden birkaç büyük adımın sesi duyuldu ve karanlık mağaranın içindeki şeyin 4 çift parlayan gözü ve kıskaçlarının bir kısmı görünür hale gelmişti. Bu da diğerleri gibi bir örümcekti ama mağaranın neredeyse tavanında parlayan gözleri ve büyük kıskaçları diğer örümceklerden birkaç kat büyük olduğunu hemen fark ettirmişti.
Dev örümcek, zeminin ezilen yavrularının kanıyla boyandığını görünce kalın sesiyle çığırdı. Mağara adeta yerinden oynarcasına titremişti, bununla eş zamanlı olarak mağaranın içinden sayılamayacak kadar çok ayak sesi yükselmeye başladı.
Arden'in vücudu tekrar titremeye başlamıştı. 'Bu örümcek bu kadar büyükse kraliçe olabilir.' düşüncesinden yola çıkarak örümceğin çığırışıyla diğerlerini buraya çağırdığını anladı ve vakit kaybetmeden haykırdı. "Kaçın.!! Uzun otlara doğru kaçın."
Gözü, kraliçe örümceğin üzerinde olan yüze yakın insan aniden çığlıklar içinde kaçışmaya başladı. İnsanların kaçtığını gören kraliçe örümcek de bedenine küçük gelen mağaranın duvarlarına çarpa çarpa, yıka yıka insanlara atıldı.
Kaçan insanlardan birkaçını yakalayıp dişlerini geçirmeye çalışıyordu. Ondan fazla insanı yakalayıp iğrenç dişlerini geçirmişti ama bu insanları bırakıp başkasına yönelince, yaralılar kaçmaya devam ettiler. O sırada mağaranın içinden ve çevreden onlarca bu büyük olana göre normal olan örümcek kaçışan avcıklarını yakalamaya çalışıyordu.
Kaçışan gençlerden biri arkasındaki örümceği atlattığı için seviniyordu ki ona doğru zıplayan, adeta 'babacığına gel' der gibi tüm kollarını açmış örümceğin kucağına düştü. Çığlık bile atamadan kıllı kolların arasına düşüp tek hamleyle can verdi.
Arden ve getirdiği kurtarma takımı da bu kaçışan insan sürüsü arasında bir an önce buradan kaçmaya çalışıyordu. Arden kaçarken aniden durduğunu fark etti, ayakları da yerden kesilmişti. Ne olduğunu anlayamadan sırtından iki acı hissi bıçak gibi saplandı. Yere indiğinde dizlerinin üzerine çöktü, mızrağı güçten yoksun elinden yavaşça kayıyordu. Ne olduğunu anlayamadığı bir şey ona çarptığında birkaç metre ileriye uçtu.
Kraliçe örümcek kalabalığa dalarak insanları yakalayıp kıskaçlarını geçirirken, bundan Arden de nasibini aldı. Kraliçe örümceğin dev kıskaçları Arden'in sırtından girip onu delmişti.
Düştüğü yerdeki ağaca zorlukla yaslandı, kafasını kaldırıp kaçışan insanları ve onları kovalayan örümcekleri izleme şansı olmuştu. Örümcekler Arden'in yanından geçip gidiyor, hiçbiri ona dönüp bakmıyordu bile.
O kısa süre arasında dev kraliçe örümceği görme şansına erişmişti. Onun insanları seri şekilde yakalayıp dişlerini geçirdiğini ve onları geride bıraktığını fark etti. Kraliçe insanları öldürmüyor sadece dişlerini geçirip geride bırakıyordu ve gördüğü kadarıyla ısırılan diğer insanlara da örümcekler dönüp bakmıyordu.
Arden'in aklından geçti. 'Öldürmüyorsa neden sokuyor o zaman? Biraz önceki adamın anlattığına göre sokulduktan hemen sonra felç etkisi yapıyordu ama ben hala hareket ediyorum. Ah gelirken ağaçta asılı adama olduğu gibi eriyip gidecek miyim yoksa? Diğer örümceklerin bize saldırmamasının başka bir açıklaması yok. Öyle olsa bile burada durmamı gerektiren bir şey yok.'
Gücünü toplayıp sürünerek yerinden kalktı. Ayakta zor duran Arden, yerdeki mızraklardan birini alarak kendine destek yaptı. Örümceklerin onu yok saymasını fırsat bilerek yavaşça uzaklaşmaya başladı oradan.
Kaçışan insanların bir kısmı örümceklere yakalanmış, bir kısmı da korkudan bilinçsizce koşarken çevrede örülü olan birçok örümcek ağına takılıp kalmıştı. Arden yanlarından geçerken, ağa takılıp çaresizce örümceklere yem olan onlarca insana şahit olmuştu. Birkaçı da kendi getirdiği gruptan insanlardı, en azından Klaus ve ayrıldıklarından beri hiç göremediği Alvin'in iyi olmasını umut ediyordu.
Uzun bir yürüyüşten sonra Arden'in görüşü bulanıklaşmaya, duyuları bozulmaya ve kendini zar zor ayakta tuttuğu kalan gücü de tükenmeye başlamıştı. 'Bir süre oldu hala erimedim ama duyularım bulanıklaşmaya başladı. Sanırım sadece zehirlendim.' Arden'in aklından geçenler bunlardı. Aynı zamanda sırtındaki deliklerden dolayı çok kan kaybetmişti.
O arada duyduğu ses onu şaşırttı.
Bulanık bir şekilde duyduğu sesi kımıldamadan tekrar dinlemeye başladı. Akan suyun şırıltısını duyduğunda içi huzurla dolmuştu. Gözlerini kapatıp, kuruyan dudaklarını yalarken gülümsemeye başladı.
Ardından duyduğu sesin peşinden gidip suyun kaynağını aramaya başladı. Birkaç ağacı geçtikten sonra akan tertemiz su önündeydi. En fazla 5 adım uzunluğunda, 2-3 adım derinliğinde bir su yoluydu.
"HAHAHAHAHAHAHAHAHAH" Kahkahaları ormanın içinde yankılanıyordu. "Tanrı benimle dalga mı geçiyor yoksa son arzumu mu yerine getiriyor? Ölmeden önce bana su mu bahşettin? Teşekkür ederim seni piç kurusu."
Destek için kullandığı mızrağı fırlatıp suya eğildi. Burada uyandıklarından beri bir yudum su içmemiş olduğundan kendini kaybetmişçesine su içmeye başladı. Susuzluğunun son raddeye dayanmamış olması sadece sıçan kanını içmesinden kaynaklıydı. O kadar rahatlamıştı ki 'Artık ölebilirim sanırım.' diye düşündü.
Karnında ve sırtında inanılmaz bir acı vardı, henüz sabah olmasına karşın üşüyor ve her parçası titriyordu.
Bir süre dinlendikten sonra mızrağı yeniden eline alarak ayağa kalktı. Her şeyi tanrıya bırakma fikri ve biraz önce bunu kabullenmesi onu çok sinirlendirmişti. Çevresini bir süreliğine gözetledi, ilerisinde otların yükselmeye başladığı bir bölge görmüştü. Ormanın derinlerine indikçe otların seyrekleştiğini gördüğünden, buradan çıkmak için en iyi seçeneğin de otların en yüksek olduğu bölgelere doğru yürümekti.
Otlar yükseldikçe zaten güçten düşmüş olan Arden daha fazla güç sarf ediyor, daha fazla güç sarf ettikçe düşüp kalacağı ana o kadar çok yaklaşıyordu. Tüm vücudundan oluk oluk terler akıyor, bulantısıyla beraber ara ara kusmaya başlıyordu.
Birkaç dakikalık yürüyüşten sonra sınırına ulaşan Arden, bir ağacın dibine çöküp kaldı. Elini cebine atıp onu çıkardı ve hala ne olduğunu çözemediği taşa baktı. Saydam, açık mavi renkli bu pürüzsüz taş o an bir hazineymişçesine güzel görünüyordu.
Son anlarını da kendi kendine ve taşla konuşarak geçirdi. "Cidden çok güzelsin.. Dokunmak bile içimi sıcacık ediyor. Böyle mi ölecektim cidden, yalnız başıma bir taşa bakarak?" dedi yüzünde acı bir gülümsemeyle.
Bir süre boşluğu izledikten sonra..
"Gerçekten değer miydi insanları kurtarmak için böylesine bir şey yapmaya? Oradan kimse kaçabildi mi ki? Yaptıklarım boşa mıydı? Ya insanları kurtarmak için oraya sürüklediğim diğer insanlar, onları ben mi öldürdüm? Haaah, neyse artık bir önemi kalmadı."
Son sözlerini söylerken gözleri yavaşça kapandı..
..
Güneşin ağaçların üzerinde görülebildiği son zamanlardı. Hafif alacakaranlık zamanı, güneşin kampa vuran son ışıkları kampı kızıla boyamıştı. 6 dikili taşın arasındaki kızıl kayadan oluşan alan parlıyordu. İçindeki insanlar bu güzel manzaraya bakarak bir süreliğine yaşadıkları olayları unuttular.
Kamptakiler gün batımının zevkini çıkardığı anlarda, örümceklerden kaçabilen insanların birkaçı nefes nefese bitkin bir halde kampa ulaştı, bazıları yaralıydı. Kampa ulaştıklarında, tüm o yaşadıkları olaylar ve çektikleri eziyetlerden sonra yorulan bedenlerini boşluğa bıraktılar. Onları gören kamp muhafızlarından biri bağırdı. "Eren.! Gelenler var."
Zeren o anda Eren'e, güneşin batmasına rağmen hala Arden ve diğerlerinin gelmediğini, başlarına bir şey gelmiş olabileceğinden onları aramaları gerektiğini söylüyordu.
Gelenlerin olduğunu duydukları gibi kampın diğer ucuna kadar koştular. Yerde yatan insanlardan hiçbiri arama ekibinden değildi, Zeren Arden'i göremediğinde hayal kırıklığına uğradı.
Yerdekilerin çoğu yaralı ya da baygındı, Eren hala bilinci açık olanlardan birini tutup yavaşça doğrulttu. "Ne oldu? Geri kalanlarınız nerede?" dedi.
Sesi çok az çıkan adam, "su" dedi.
Eren, "Üzgünüm hiç suyumuz yok."
Adam hayal kırıklığıyla derin bir nefes verdikten sonra, "Biz ilk gün keşif için dağıldıktan sonra, örümcekler saldırdı." Bu hala zorba iri kıyımın kampta olduğu zamandı, insanları zorla ormana gönderip araştırma yapmalarını istemişti. Şimdi bu insanlar onun çoktan donuna kadar soyulup gönderildiğini bilmiyordu.
Örümceklerin saldırdığını duyan çevredekilerin aklı karışmıştı, örümcekler? Nasıl bir örümcek bu insanlara saldırabilirdi? Kendi aralarında fısıldaşmaya başladılar.
Genç adam devam etti, "Bizi ağlara sararak götürdüler. Bugün birileri gelip bizi ağdan kurtardı."
Zeren sözün arasına atlayarak heyecanlı bir şekilde, "O sizi kurtaran adamlar nerede? Arden yaşıyor mu?"
Genç adam, "Onlar bizi kurtardıktan sonra en büyük örümcek çıkıp bize saldırdı ve insanların çoğu yakalandı. Biz arkamıza bile bakmadan kaçtık, dediğin kişiyi tanımıyorum."
Zeren sesini yükselterek Arden'i tarif etti, zaten çok da karıştırılacak biri değildi. "Gidenlerin başında o vardı, gördün mü öyle birini?"
"Ah evet o bizi oradan çıkaranlardandı." Bitkin adam öksürüğünün geçmesini bekledikten sonra Zeren'e döndü. "Örümcekler saldırdığı sırada ona ne olduğunu göremedim ama bizi çıkardıktan sonra kalan insanları mızrağıyla öldürdü."
Kalabalığın arasına bir bomba düşmüştü adeta, "Arden insanları kurtarıp çoğunun saygısını kazanan biriydi. Neden insanları öldürsün ki?"
"Ben nereden bileyim, belki de zor zamanlar geçirdiğinden bu adamın kafası yerinde değildir." gibi konuşmalar dönüyordu.
Diğer taraftan bu örümcek sözü ve onlarca insanın ortalıktan kaybolmuş olması kamptaki insanların gözünü korkutuyordu. Küçük bir sıçan insanları böyle zorladıysa "Koca örümcek" dediklerinin ne kadar tehlikeli olacağını düşünemiyorlardı.
Eren "Yaralıları taşıyın." diye bağırırken, kampa yeni insanlar gelmeye başladı. Kurtulanlar kampa ulaşmaya devam ediyordu. Zeren de hem kurtulanlara yardım ediyor hem de aralarında Arden'in de olup olmadığını gözlüyordu. Gece boyunca kurtulanlar gelmeye devam etti. Kurtulanların neredeyse hepsi sabahın ilk saatlerine kadar kampa geldiler.
Zeren hala Arden'i ararken ormandan çıkan Alvin'in görünce yanına koştu. Alvin'in göğsünde ağır olmasa da boydan boya uzanan bir çizik vardı ve hafif kanıyordu. "Alvin Alvin. Arden'i gördün mü?"
Alvin yüzünden şaşkınlığı belli oluyordu ama hemen ciddi bir yüz ifadesiyle ona baktı. "Arden gelmedi mi yani?"
İkisi bir süre birbirlerine boş gözlerle bakmaya devam etti. Alvin endişesini bastırdı, "Önce Erenle konuşalım, nerede o?" dedi. Zeren onu Eren'in yanına götürdü.
Alvin'ı gören Eren aceleyle yanına koştu. "İyi misin Alvin? Neler oldu anlat bana?"
Alvin acı gülümsemeyle rahatlamaya çalıştı. "İyiyim bu ufak bir sıyrık merak etme. Şimdilik kısa keseyim. Aramaya çıktıktan sonra, Arden ile ayrılıp iki grup olarak aramaya başladık. Biz içi boş insan kabukları bulduk, bildiğin insanların sadece dış kabuğu kalmıştı içleri tamamen boştu. İlerlemeye devam ettikçe her yeri devasa örümcek ağları kapladı. Ormanın içinde de gerçekten büyük örümcekler vardı, birkaç kez örümcekler tarafından saldırıya uğradık. Grubumdan 4 kişi öldü, geri dönmeye çalışırken kaçanlarla karşılaşıp onlarla beraber geri döndük. Arden'i o zamandan beri görmedim, sanırım buraya da gelmemiş."
Eren anlattıklarını anlamakta zorluk çekiyordu, "İçi boş insan kabukları? Dev örümcek ağları ve örümcekler? Ne biçim saçmalıklar böyle.!"
Eren gibi Zeren de duydukları karşısında donup kalmıştı, daha kötüsü böyle bir durumda Arden'in başına bir şeyler gelmiş olabilirdi.
Konuşmalar sırasında hala yeni gelenler oluyordu. Ağaçların arasından Klaus ve yanında iki kişi daha göründü. Bunu gören Zeren adeta uçarak yanlarına koştu, Eren ve Alvin da onu takip etti.
Zeren Klaus'ın yanına ulaşınca, "Klaus, Arden nerede? Niye yanınızda değil?"
Klaus gözlerini kaçırdı, "Üzgünüm onu koruyamadım.. O- örümcekler her yerden saldırıyordu, Arden koşmamızı söyledi ve yüzlerce kişi birden koşmaya başladık. Ben ondan sonrasını görmedim."
Klaus arkasındaki gençlerden birini göstererek "O görmüş."
Genç birkaç adım öne çıkıp, "Hepimiz kaçmaya çalışırken, diğer örümceklerden çok daha büyük bir tanesi onu yakalayıp yaraladı. O andan sonra yardım edemezdik, üzgünüm." dedi.
Klaus onun boşluğa bakan gözlerini gördüğünde ürktü, sanki donmuş kalmıştı.
Kalbinde.. hayır tüm bedeninde yayılan bu uğursuz acının ne olduğunu bilmiyordu, sanki her bir parçası acıyla dolmuştu. Birkaç nefes sonra Zeren hiçbir şey söylemeden arkasını döndü ve Arden'in getirmiş olduğu yavru kurdun yanına gidip onu kucağına aldı. Uzun süre hiç hareket etmeden öylece oturdu..
Eren giden üzgün Zeren'e buruk bir bakış attı ama daha önemli meseleler vardı. Kampa gelenleri saydırdıktan sonra herkese yemek verip, yedikten sonra dinlenmelerini söyledi. Kampa ulaşan insanların sayısı 68'di. Bunların 8'i kamptan ayrılan 16 kişilik kurtarma ekibinden olduğunu düşürsek 60 kişi kurtarılmıştı. Yani bu kurtarma operasyonunda 8 kayıp verilmişti, bunlardan biri de Arden'di.
Eren onun ölmüş olduğunu kabullenip, yapması gerekenlere devam etmesi gerektiğini düşünüyordu. Bir süre yetecek kadar sıçan eti vardı ama daha önemlisi su bulmalıydı. Herkesin susuzluktan dudakları kurumuştu ve sürekli su ile ilgili istekler geliyordu.
Bugün ilk defa susuzluktan ölen birkaç kişi olmuştu, ölmese de çok fazla kişi de susuzluktan bayılıyor ya da daha kötü etkilerini görüyordu.
Eren, sabah etrafın iyice aydınlanmasıyla her grubun liderlerini çağırttı. Bir süre sonra toplanan grup liderlerine yüksek sesle, "Sıçan avcısı gitmeden önce, o dönene kadar muhafızlara ve kampa benim liderlik etmemi istedi. Onunla beraber giden muhafızların dediğine göre Arden ölmüş." diyerek gözlerini kalabalıktan kaçırdı.
Hiçbir grup lideri şaşkınlıktan konuşamadı. Arden'in kendilerine buradaki tüm insanlardan daha fazla yararı olmuştu. Kafalarını eğip bir süre sessiz kaldılar.
Eren devam etti, "Arden olmadığına göre benim bir süre daha liderlik etmeme karşı çıkan var mı?"
Birkaç grup lideri dışında ses yükselmemişti, onlar da çevreden ses çıkmayınca, "Şimdilik lider değiştirmek sorun olabilir, düzeni yerine oturttuğumuzda düzgün bir şekilde lideri seçeriz." diyerek konuyu uzatmadı.
Eren kafasını yavaşça sallayarak bunu onayladı. Bundan sonra dışarıda neler olduğunu onlara detaylıca anlattı. "Bundan daha önemlisi geldiğimizden beri kimse bir damla su içmedi. Yemeğimiz var ama su bulmamız gerekiyor, önerisi olan var mı?"
Bir sürelik münakaşadan sonra, iki öneri üzerinde karar kılmışlardı. İlk olarak günün ilk ışıkları olduğundan, aydınlıktan yararlanarak su arayacaklardı. Her grup belli bir keşif takımı oluşturup yola çıkacaktı. Su kaynağı aramanın yanında Arden'in Eren'e söylediği gibi suyu toprağın altından alan ağaç ve bitkilerin gövdelerini yarıp su bulmayı deneyeceklerdi.
Bu konuda uzlaştıktan sonra dağılıp, keşif gruplarını hazırlamaya başladılar.
Eren muhafızların sayısının azalmasıyla, kamptan kovulan zorbanın bir hamlede bulunabileceğini düşündü. Muhafızları kampı korumak için kampta tuttu. Birçok insan ilk günkü gibi keşif için kamptan ayrıldı.
Akşam karanlığında çoğu grup geri dönmüştü. Su kaynağı bulamamışlardı ama çoğu ağaç ve bitkiden birkaç yudumluk su elde edilebileceğini öğrenmişlerdi.
Ağaçların arasından bir genç koşarak fırladı. Gecenin sessizliğini heyecanlı bağrışıyla yırtıp atmıştı.
"ONU BULDUUK.!"
8. BÖLÜM SONU
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..