17. Bölüm - Bir Küçük(!) Tehlike :)

avatar
1880 5

Yeryüzünün Hakimi - 17. Bölüm - Bir Küçük(!) Tehlike :)



İşlerinin neredeyse bittiği zamanlarda Arden'in omzuna bir damla düştü. Arden tüm bedenine yayılan ürpermeyle irkilip kalmıştı, örümceğin salyasının omzuna düştüğü an hala onun için bir travma sayılırdı. Birkaç saniyelik hafif şokun ardından kafasını gökyüzüne kaldırabildi, kapkara bulutların gökyüzünü sarmalamış halini izlerken bu dünyada gördüğü ilk şimşek parıldadı.

Kara bulutların arasından zikzak çizerek yere doğru akan beyaz şimşek, bulutların kararttığı havayı aydınlattıktan sonra aniden kayboldu.


"AHH.."

Şimşeğin ardından gelen gök gürültüsü kampta çığlıkları koparttı.


Arden kendine geldiğinde kaçışan insanlara bağırdı, "Hepiniz buraya gelin. Ağaç kabuklarını da getirin."

Arden'in ağaçlara bağladıkları sarmaşık çatının altına girdiğini gören insanlar onu takip etti. Tüm kamp bu çatının altına girmişti. Ağaç kabukları da kamp alanına düzgün şekilde dizildi. Yağmur ilk damlalarını bıraktıktan sonra hafifçe hızlandı, yere çarpan yağmur damlalarının sesi tüm kamp sakinlerin kulaklarına kadar ulaşıyordu.

Biraz sonra yağmur hızını iyice arttırıp asıl yüzünü göstermişti, yağmur o kadar hızlanmıştı ki artık görüş mesafesi bile birkaç adıma düşmüştü. Çatı şeklindeki bu yapı sayesinde yağmur hızlıca aşağıya doğru akıp suyu yere bırakıyor, bu su da kazılan su yoluna dökülüp çatının alt tarafını su altında bırakmıyordu.

Akan yağmur suyu, çatılarının yan tarafına kazdıkları su yolundan gürlercesine akıp gidiyordu. Bu sırada birkaç gök gürültüsü daha karanlık gökyüzünü aydınlatıp, şiddetli sesiyle yağmuru izleyen insanları korkutuyordu.

Bu kadar şimşeğin arasında biri çıplak gözle görülebilecek kadar yakına düşmüştü, belki de su yolu kadar bile uzak değildi. Şimşek ormanın çok uzak olmayan kısmına düştükten sonra gürültü tüm kampta yankılandı. 

Herkesin bakışları korkuyla o yöne bakıyordu ama zaman geçtikçe Arden'in kaşları çatıldı. Bu kadar büyük ve  güçlü bir şimşeğin düştükten sonra etki etmesi gerekmiyor muydu? 'Belki de açık alana düşmüştür..'


..



Birkaç saatlik yağışın ardından hava kararmaya yakınken yağmur sonunda durabilmişti. Arden yağmurun böylesine şiddetli olacağına ihtimal vermemişti ama yaptırdığı çatı yeterince işini gördüğünden memnundu. Kamp sakinleri yağmuru her ne kadar şiddetli görseler de, ardı ardına düşen damlaların sesi ve bunların su olup akmasını izlemek onlara huzur veriyordu.

Arden bu yağmuru vücutlarını temizleyebilecekleri güzel bir fırsat olarak düşünüyordu ama su kaynağından gelene kadar ıslak kazakla dolaşmak bile onu dondurmuştu. Şu akşam vaktinde ıslanırlarsa gecenin soğuğundan sağ çıkamayacaklarını idrak edebildi.

Yağmuru izleyen Arden'in yanına bir figür yanaştı, "Yine garip bir şeyler yapıyorsun diye düşünmüştüm, bu seferki cidden hoşuma gitti."

Arden konuşan gence baktı, gencin yüzünde her zamanki dost canlısı ifade duruyordu. "Ne demek yine garip? Ne zaman garip bir şey yaptım ki Alvin?"

Alvin muzipçe sırıttı. "Ne zaman yapmadın ki.. Hem yağmur yağacağını nerden biliyordun?"

Arden hafifçe gülümsedi, yüzündeki gülümseme soğuk ve yarımdı. Gözleri gökyüzüne döndü, "İçime doğdu diyelim, kötü bir his.."

Yağmurun son damlaları yeryüzüne düştüğü saniyelerde çamur içinde kalmış ormandan ayak sesleri duyuldu. Meraklı gözler sesin geldiği ormana çevrildi. Yara, bere ve çamur içinde kalmış ondan fazla muhafız, yanlarında ölü bir sıçanla birlikte geri dönmekteydi.

Yaralı ve bitkin olduğu her hallerinden belli olan muhafızlar mızraklarının üzerinde taşıdığı sıçanla yürürken çamurlu kaygan zeminle de boğuşuyordu.

Zorlandıklarını gören kamptaki muhafızlar da hemen yardımlarına koştu. Gelenler görüş alanına girdiğinde birkaç tanesi hareketsiz şekilde taşınan, bir tanesi de destekle zor şekilde yürüyen ağır yaralı muhafızlar göründü.

Sıçanların ve yaralı muhafızların üzerine saplanmış onlarca ok ve küçük el baltasına benzer aletler vardı. Her biri sırılsıklam ıslanmış ve karanlığın çökmesiyle soğuyan havanın etkisiyle soğuğu iliklerine kadar hissedip titriyorlardı.

Avdan dönmüş olan ve kımıldayacak halleri bile kalmamış muhafızlar kampa yaklaştıklarında, kamp çevresinde uzanan çatıyı görünce şaşırdılar. Sonunda kampa ulaştıklarında yüzlerindeki memnuniyetsizlik ve kızgınlığı herkes fark etmişti. Üzerinde birkaç çizikle geri dönen Klaus'un ise yüzünden hiçbir duygu okunmuyordu, her zamanki gibi oldukça ciddi şekilde titriyordu.

'Titriyor mu!? Titrerken bile ciddi.. ne adam.' Arden ıslanmaması için çatının altına alınan odun ve kuru otları işaret etti. "Isınmaları için bir ateş yakın."

Birkaç muhafız aceleyle yakacak bir şeyler toplayıp getirdi, ateşi yakmakta her zaman güvendikleri genç yine iki odun parçasıyla küçük bir kıvılcım çıkartıp otları alevlendirmek için uğraşıyordu. Bu Arden'in Alvin'e söylediği ateş yakma metoduydu.

Sonunda ateşi yaktıklarında avdan gelen muhafızlar ateşin parlak rengini gördükleri ve o içlerini ısıtan sıcaklığı hissettikleri için oldukça mutluydu. Eren geldiğinden beri kimseye tek kelime etmedi, uzun süre ateşin başında durup dalgalanan alevleri boş bakışlarla izledi.

Çukur kazmanların başına görevlendirdiği genç, Arden'in yayına geldi. "Bu büyük çukurları ne yapıcaz? Birazı yağmur suyuyla dolmuştur bile."

Memnuniyetsizliğini dudaklarını sola doğru bükerek belli eden Arden, "Çok zamanımız yoktu bugün yapmak zorunda kaldık, yarın ne yapacağımızı görürsün."

Sabahtan beri Zeren'i göremeyen Arden'in gözleri onu arıyordu, çevreye bakındıktan sonra bu kalabalığın içerisinde bulamayınca vazgeçti. O sırada yağmurda ıslanmış yavru kurt gözlerine ilişti, Arden'in önünden küçük ve gururlu adımlar atarak hızlıca geçti gitti. 


Biraz daha ilerledikten sonra sarmaşık çatının altında oturup zaman geçiren insanlara yaklaşıp güzelce silkelendi. Kurdun silkelenmesiyle ıslanan insanlar, bağırışlar arasında kurdu kamp boyunca kovaladılar. Bunu gören diğerleri de kahkahalar içerisinde olanları seyrediyordu.

Birçok insan da bu kadar çalışmanın sonunda oldukça yorgun düşmüştü. Henüz kamp yeri ıslak olduğundan yüzlerce insan, bu çatının altında sıkışmış da olsa ıslanmaktan kaçınarak uyayabilmişti..


.. 



Sabah saatlerine doğru henüz güneş parlak yüzünü bu dünyaya göstermemişken Arden uyandığında kolunda hafif bir uyuşukluk hissetti. Gözlerini açtığında dibindeki genç kızın tatlı yüzünü gördü, kolunu yastık olarak kullanıp rahatça uyuyordu.

Arden kolunu kızın altından kurtarmıştı ki bu kez beline sarılı el onu engelledi, arkasına baktığında başka bir genç kızın göğüslerini sırtına yaslayıp uyuduğunu fark etti. 'Kim lan bunlar.!?'

Arden sessizce iki cazibeli tuzaktan kurtulup ayaklandı. Hava hala aydınlanmamış ve çatı gökyüzünden gelen ışığı kestiğinden karanlıktı. Çatıdan dışarı çıkarken insanların üzerine basmamak için çabalıyordu.

Toprak alandan çevresi antik taşlarla bezenmiş kayalık kamp alanına adım attığı an, küçük bir su birikintisine basıp suyun sıçramasına sebep oldu. Birkaç adım sonra parlak yıldızlarla süslenmiş o güzel gökyüzünün ıslak zemindeki yansımasını gördü. Yerdeki yansıma gökyüzünden daha bir parlak görünüyordu. Hem üzerinde hem de ayaklarının altında gördüğü iki güzel manzaraya gözleri takıldı.

Sonunda kamp alanın güzel görüntüsünden gözlerini alabildiğinde, içini kavuran susuzluğunu ve dudaklarının kurumuş olduğunu fark etti. Yağmur yağmadan önce bıraktıkları ağaç kabukları alabildiğine yağmur suyuyla dolmuş, bir süre yetecek kadar su depolayabilmeyi başarmışlardı.

Biraz su içebilme umuduyla kabuklara doğru yürürken, ağaç kabuklarının önünde siyah bir silüet görünce mızrağını sıkıca kavradı. Daha dikkatli baktığında bir insanın eğilmiş, muhtemelen su içiyor olduğunu görünce yanına yaklaştı. Ceyna'nın oturmuş suyun yansımasında kendine baktığını fark etti, biraz öylece bekledikten sonra seslendi, "Bu küçük et canavarı değil mi? Korkuttun beni, kampa sıçan girdi sandım."

Arden'in sesini duyunce Ceyna arkasına döndü, ay ışığı onun ağlayan suratını aydınlatıyordu. Titreyen sesiyle, "Çok kötüsün, oradan sıçana mı benziyorum?" Hemen kaşlarını sevimlice çattı. "Hem et canavarı da neymiş, hiç duymadım öyle bir şey.!"

Arden hafifçe gülümsedi, tam ağzını açacakken Ceyna tekrar konuştu. "Teşekkür ederim, sabah beni koruduğun için."

"Önemli değildi, sadece bu kadar çok yememelisin. Çok fazla yersen şişmanlamaya başlayacaksın, sonra kimse sana bakmaz." yüzünde muzip bir ifade vardı.

Bir anda ağlamaklı havası ve yüzü değişen Ceyna, beceremese de kızgın bir yüz ifadesi takınmaya çalışarak sesini yükseltti. "Ben çok yemiyorum.! Beğenmezlerse beğenmesinler, hımp. Kim beğenmelerini istiyor ki.?"

Bu sıralarda güneş henüz kendini göstermese de ağaçların arkasından saçtığı ışıklar gökyüzünü aydınlatmaya başlamıştı. Arden ağaç kabuklarından birine yaklaştı, "Hoo.. O zaman sabah kaç tane yedin?" dedikten sonra biraz su içmeye başladı.

Ceyna hafif sessizleşip bakışlarını yere indirdikten sonra ellerini önünde hafifçe kavuşturdu. Mahçubiyetle karışık hafif gülümsemesiyle, "4 parça, belkii."

Arden su içerken bu yanıt karşısında irkildi, suyun boğazına kaçmasıyla öksürükler içerisinde kaldı. "Çok değil mi yani bu? Daha ne kadar yemeyi planlıyorsun? Niye bu kadar kızdıklarını şimdi anlıyorum.."

Ceyna bu konuşmalarının ardından oldukça utanmıştı ve yüzünün hafifçe kızardığı belli oluyordu. Kızıl ve turuncu arası renk uyumuyla dikkat çeken kısa saçları esen hafif rüzgarla dalgalanmaktaydı. Yüzünde de saçlarına uyum sağlayan küçük turuncu çilleri, ağlarken bile neşeyle parlayan büyük gözleri ve küçük yuvarlak burnu onu olabildiğince sevimli gösteriyordu.

Ceyna'nın Sesi ve davranışları sanki henüz küçük, neşeyle dolu bir çocuğunmuş gibiydi. Arden'e göre henüz tanımlayamayacağı garip bir kişilikten ibaretti ama o anlamasa da çocuksu Ceyna diğerlerinin yanında isteyeceği eğlenceli bir kişiliğe sahipti.

Arden konuşmanın değişen seyriyle soracağı soruyu unutmuştu, hatırlayınca devam etti, "Doğru.. Biraz önce neden ağlıyordun?"

Arden'in sorusuyla beraber tekrar gözleri dolan Ceyna, burnunu çekmeye devam ederken cevap verdi. "Çünkü.. Acıktım ve.. kaç gündür yıkanamadım."

Bu cevabı beklemiyordu Arden, boş gözlerle Ceyna'ya baktı. "Bugün de öyle çok yersen seni kurtarmam."

Ceyna yine o parlayan gözleriyle dudaklarını büzdü. "Ama çok acıkıyorum."

"Diğer insanlar senin yediğinle 4 gün geçirebilirler biliyor musun?"


"Ama.. ama hep öyle değildim, sadece dün sabahtan beri sürekli aç hissediyorum. Durmadan yemek yemek istiyorum."


Arden birkaç nefes düşüncelere daldıktan sonra, "O devin nefesinden sonra mı?"

Ceyna'nın gözleri ışıltıyla parladı. "Evet.! O zamandan beri çok acıkıyorum, nereden bildin?"

Arden bir anlığına düşüncelere daldı, gözlerinde bir parıltı vardı. "Tahmin sadece.. Benim biraz işim var, olay çıkarmamaya çalış." diyerek uzaklaştı.

"Hımp, kim olay çıkaracakmış.!" Ceyna kızgın görünmeye çalışırken Arden kampın bir diğer tarafındaki Eren ve muhafızların getirdiği avın yanına sokuldu.

Kampın hemen dışına serilmiş sıçanın üzerine saplanmış on kadar ok ve birkaç da küçük el baltası vardı. Baltaları görünce bir anlığına gözleri parladı, birkaç balta demek birçok işte müthiş kolaylık demekti. Özellikle de mızrak ve barınak yapımında.

Hemen sıçanın kalın kürküne saplı olan baltalardan birini kavrayıp hızlıca çekti. Baltayı çıkardığı an sıçandan küçük ürkütücü bir hırlama duyuldu. Arden refleks olarak birkaç adım geriye attı, bu ses sıçanın hala canlı olduğu anlamına geliyordu.

Sıçan ölmemiş olsa da başka bir tepki vermeyince aralarına biraz mesafe koyup baş kısmına doğru ilerledi, sıçanla yüz yüze durduğunda sıçanın yarı baygın halde gözlerini zorlukla açık tuttuğunu fark etti.

Birçok yara almış ve birkaç zehirli okla vurulmuş hayvan muhtemelen zehrin de etkisiyle yerinden kımıldayamıyordu. Arden mızrağını havaya kaldırıp hızlı ve sert bir darbeyle sıçanın başını delip geçti, bu darbeyle açılan yaradan da üzerine biraz kan sıçramıştı.

Sıçanın üzerindeki okların kamp muhafızlarının işi olmadığı çok açıktı, belli ki av sırasında görünenden çok daha fazlası yaşanmıştı. Ayrıca yaralı olarak gelen muhafızların da üzerinde saplı birkaç ok vardı ve yaralı halde gelen muhafızlar zehrin etkisiyle ölmüştü.

Sıçanı öldürdükten sonra bir süre cesedi merak ve heyecan içinde izlemeyi sürdüren Arden'in görmek, hayır nasıl olduğunu bilmek istediği bir şey vardı ve beklediği gibi de bu merakını sonunda dindirebildi.

Sıçan öldükten çok az sonra başının hemen üzerinden, tam da ensesinden bir şey dışarıya doğru itilip fırladı. Bu her zamanki bulduğu o mavi taşlardan biriydi ve fırladığı gibi yuvarlanarak çamura saplandı. "Demek böyle oluyordu.."


Yere düşen pürüzsüz açık mavi taşı saplandığı yerden çıkardı, çamuru temizlemek için elinde hafifçe sıktırınca içindeki gücü ve içini ısıtan sıcak havayı hissetti. 'Bunu şimdi kullanamam, yaraları iyileştiriyorsa daha doğru bir zamanda lazım olabilir.' düşünceleri arasında cebine attı.

Bunlar olurken güneş sessiz sedasız yükselmiş, kampın büyük kısmını aydınlatmaya başlamıştı bile. Yeni günün başlamasıyla insanların birer birer uyandığını gören Arden, baltalardan birini yanına alıp oradan uzaklaşırken çukurlarla ilgilenen gençle karşılaştı. "İyi zamanlama, hadi işimizi bitirelim."

Gençse yeni uyanmanın verdiği uyuşukluk, hala uykulu olmanın getirdiği hafif bilinçsizlik ve açmakta zorlandığı kısık gözleriyle ne olduğunu anlamaya çalışırken oldukça saf görünüyordu.

Arden elindeki küçük baltanın büyük bir lütuf olduğunu düşündüğünden neşeli ve hevesli bir ruh haline bürünmüştü. Yüzünde hafif gülümsemeyle düşündü, 'Sanırım zamanı geldi.'

Dünden arta kalan son iş olarak tek kişinin sığabileceği kadar küçük iki kulübe yerlerine yerleştirilecekti, yağmurun başlamasıyla dün bitirilemeyip bugüne sarkmıştı. Arden kendi açısından büyük bir ihtiyaç olarak tanımlıyordu ama en önemlisi kamp sakinlerini istediği gibi yönlendirebilecek kadar etkileyebilmekti, ayrıca bunu planını başarıya ulaştıracak son hamlesi olarak belirlemişti.

Birbirinden uzak noktalarda kazılan dört çukurdan iki tanesinin yanına bu kulübeleri sağlam şekilde yerleştirdiler, kulübeden çukura doğru uzanan bir su yolu kazdıktan sonra sonunda işlerini bitirip kampa geri dönmek için toparlandılar. "Anladın mı şimdi ne olduğunu?"

Genç, bu kadar uğraşın sebebini anladığında kafasının içinde yanan küçük ışıkla beraber mutluluğunu açığa çıkaran gülümsemesini takınmıştı. "Ah.. Bunlar.. Sen cidden.." Genç o kadar sevinmişti ki o kadar kelimeden sonra hala anlamlı bir cümle söyleyemedi.

Arden'in büyük uğraşlarla kazdırdığı dört çukurdan ikisi insanların ihtiyaçlarını gidereceği tuvaletler, diğer ikisi ise av için gereken tuzaklar olacaktı.

Kampa dönüş yolunda yağmurun etkisiyle çamur olan zemin yürümeyi oldukça zorlaştırıyordu, her adımda daha dibe batıyor hissi ve o çıkan acayip ses.. Bunların yanında hala ıslak olan ağaçlar, yaprakları üzerlerindeki yağmur damlalarını yere bırakmaya devam ediyordu.

Bir damla daha kendini yavaşça aşağıya bıraktı, düşen damla ağacın altından geçen Arden'in ensesinden içeriye girdi. Yaprağın yere bıraktığı soğuk damlanın tenine temas etmesiyle irkilen Arden hafifçe ürperdi.

Yürümeyi zorlaştıran çamurla kaplı yolun üzerine tatmış olduğu bu nahoş duygu onu oldukça sinirlenmişti. "Lanet.!" Arden aslında kolay kolay sinirlenecek biri değildi ama o zamanlardan beri artık duygularına hakim olmak zorlaşmıştı, Devin Nefesi.!

Yanındaki genç, Arden'in verdiği tepkinin sebebini anlamak için merakla ona bakıyordu. Arden olduğu yerde sinirli surat ifadesiyle bir süre duraksamasının ardından kafasını yukarıya kaldırıp tam tepesindeki ağacın dallarını gözüne kestirdi. Arden elinde tuttuğu o küçük baltayı pantolonun kenarına sıkıştırdı.

Yağmur yüzünden gövdesi ıslanıp kayganlaşmış dev ağacın çevresinde dönmeye başladı. Ağaç o kadar genişti ki çevresinde 3 insan kollarını açarak ellerini kavuşturmak istese ancak yetişebilirdi. Dev ağacın gövdesi toprağa doğru uzandıkça genişleyip büyük bir zemini kaplıyordu, sonunda tırmanabileceği birkaç küçük çıkıntı gördüğünde yanındaki gence seslenerek, "Biraz duralım burada."

Ağaca tırmanmak için bu çıkıntıları kullanmaya çalışan Arden, birkaç kez ıslak ve kaygan ağacın azizliğine uğrayıp yere kapaklanmıştı. Üstü yara bere ve çamur içerisinde kalan Arden yılmadan her düştüğünde kalkıp tırmanmaya devam ediyordu. Sonunda ağacın gövdesini geçmeyi başarıp dallardan birine sıkıca tutunduğunda derin bir oh çekmişti.

Ağaca çıkmak için yaptığı hırs yüzünden o kadar odaklanmıştı ki yanındaki genci unutmuştu, aşağıda bekleyen genci gördüğünde kısa bir anlığına durakladıktan sonra ciddi ses tonuyla, "Neden yardım etmedin bana?"


"Yardım istemedin ki  ¯\_(ツ)_/¯"


Zaten sinirli olan Arden, ağaçtan birkaç kez düşüp kendini yaraladıktan sonra sinirleri tepesine çıkmıştı ama bu kendisiyle ilgili önemli bir detayı fark etmesini sağlamıştı. Son günlerde tüm düşüncelerini ve hareketlerini belirleyen hırsı, onun görüş açısını tamamen engellemekteydi ve bunu fark etmesi karşılığında çektiği bu kadarcık acı hiç de önemli bir bedel değildi.

Dev ağaca çıkması ve bu zahmete katlanmasının sebebi olan düz dala ulaştığında sonunda biraz sakinleşip işine odaklanabilmişti. Düşmeyeceği bir yere oturup çıkardığı baltasıyla dala sert darbeler indirmeye başladı.

Birkaç sert darbeden sonra ağacın dalı kolayca bir yarık almıştı. Tekrar vurmak için baltayı havaya kaldırdığında eli havada kaldı, tüm bedeni aniden kaskatı kesilmişti. Kafasını bile çevirmeden, gözlerini dönebildiği noktaya kadar zorlayıp sol elinin üzerindeki şeye ağzı açık bir şekilde bakakaldı. 'Bu.! Bu da ne.!'

Bir saniye içinde dirseğinden yürüyerek parmaklarının ucuna kadar gelen bu yaratık tüm kolunu sarmalamış durumdaydı. Sarı renkli adeta birer kıskaca benzeyen eklemli onlarca bacağı olan bu çıyan, başının üzerindeki iki dokunaçla Arden'in elinin üzerini yokluyordu.

Arden uğradığı şoktan kurtulup ne yapacağını düşüneceği safhaya henüz geçememiş, ona saldırmaması için ufacık bir yaşam belirtisi vermemek için nefes dahi almadan öylece duruyordu. Boynunda aşağıya doğru bacaklarına kadar gidip, tekrar yukarıya çıkan o soğuk ürpertiyle kendine gelebildi.

'Bu da ne.? Kırkayak mı? Hayır bu tehlikeli görünüyor.! Bu çıyan.! Çıyanlar zehirliydi. Bu çok, büyük tek ısırışta beni öldürebilir. Sakin ol, düşün.! Hızlıca kolumu sarssam düşer mi? Ah hayır elimin çevresinde sıkıca tutunmuş halde. Baltayı direkt kafasına geçirsem ölür mü? Ya benim elime ne olur? Ama ısırırsa zaten ölürüm bir eli düşünmemeliyim, ama ya ölmezse de beni ısırırsa o zaman kolumu kesip kurtulabilir miyim?'

Arden birkaç saniyelik bu süreçte aklından onlarca şey geçiriyordu ama ne yapacağına karar verememişti. Aynı anda aşağıda bekleyen genç de Arden'in kaskatı kesilip öylece kaldığını fark edince seslendi, "Ne oldu Arden? Niye heykel gibi duruyorsun?"

Aşağıdaki gencin sesiyle düşüncelerinden çekip alınan Arden, gözlerini hala çıyana dikmiş haldeyken vücudu bir aşağı bir yukarı dolanan ürpertiler içerisindeydi. Çıyanın her ufak hareketinde onlarca ayağı Arden'in yumuşak teni üzerinde hareket ediyordu. Sert bacakları derisine batıp delecekmiş hissi yaratıp ürpertilerini ve bağırma isteğini kamçılıyordu..


17. BÖLÜM SONU 







Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46894 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr