Bölüm 15 - Garip Olaylar Silsilesi

avatar
269 0

Ejderhanın Kalbi - Bölüm 15 - Garip Olaylar Silsilesi


...
 
Iworick kızgın yüzüyle; ateşin yanında, Melina’ nın elini öpen Lebis’ e öfkeyle bakıyordu.
 
Kudurmuş bakışlarıyla yumruklarını sıkarak yürürken, yüksek sesle küfür etti.
 
Orospu çocuğu!” Ağzından tükürüklerle beraber çıkan laf, hemen ön tarafta çadırın yanında duran adamın öfkelenmesine sebep olmuştu.
 
Yanlışlıkla kendisine küfredildiğini sanan adam, arkasını dönerken çoktan yumruklarını savurmak için hazırlanmıştı bile.
 
Hassiktir git lan oradan! Kime dedin sen onu!” Öfkeyle kendisine bağıran adama, şaşkınlıkla bakan Iworick neye uğradığına şaşarken, daha önce hiç görmediği bir hızla, suratına oldukça sert bir yumruk yedi.
 
Dudakları kanarken, geriye doğru tökezleyerek yere düşmüştü. Şaşkın ve öfkeli suratı hızla kendisine vuran adama bakarken, tekrar ağzını açmaya çalışsa da çoktan üzerine çıkmış rakibine söz geçirememişti.
 
[PAT!] [PAT!] Tekrar tekrar yediği yumruklarla sarsılırken, ani bir hareketle üzerindeki adamın karnına diziyle vurarak onu uzaklaştırdı.
 
Anca kalktığı yerinden, dudaklarındaki kanamayı durdurmak için elleriyle ağzına bastırıyordu.
 
Sen benim kim olduğumu biliyor musun lan! Aşağılık herif! Birazdan kafanı koparacağım!” Iworick gözüne bulaşan kanların ardından yüzünü, sonunda görebildiği adama doğru çevirip sertçe bağırdı.
 
Etraftaki askerler çoktan onları izlemek için etraflarına doluşmuş ve keyifle olacakları seyretmeye başlamışlardı.
 
Greaz; öfkeyle suratına geçirdiği adamın Iworick olduğunu, üstünde yumruklarını savururken anlasa da bozuntuya vermeden pişkince kahkaha attı.
 
Dangalak herif! Puahahha! Bana küfrettiğini sanmıştım, hahaha! Durduk yere dayak attığım için özür dilerim, benim suçum değildi!” Nefes nefese kalmışken kahkaha atmayı da kesmiyordu.
 
Iworick’ de karşısında duran adamın Greaz olduğunu anlayınca, öfkesini bastırmaya çalıştı.
 
Kanayan dudağı ve kaşıyla oldukça sert bir biçimde konuşmaya başladı. “Hah!? Sen nereden çıktın lan!? Neden buradasın ve koduğumun çadırından fırlayıp bana vurmaya başladın!? Kafayı mı sıyırdın yoksa bu kişisel bir yumruk muydu!?
 
Greaz eğilir vaziyetteyken, ağrıyan karnını tutarak gülmeyi kesti. Gözlerinin kenarında duran yaşları temizlerken, yutkunarak cevap verdi.
 
Ah sadece bana küfrettiğini sanmıştım, benim hatam özür dilerim! Biricik Melina’ mın eli öpülünce oldukça fazla sinirlenmişim... Neyse, işim çıktıydı zaten, gitmem gerek! Bu olanlardan Melina’ ya bahsetmeyeceğim...
 
Sırıtarak bakarken, imalı sesiyle alttan cevap vermeyi de ihmal etmemişti.
 
Alay edilen ve son günlerde oldukça fazla küçümsenen Iworick, sinirden tekrar köpürmemek için kendini dizginlemeye çalıştı.
 
Kafası hafiften dönerken, karşısında duran aptal bir adamın sabrını sınamasına izin vermeyecekti. Öyle düşünüyordu ama gene de taşan sabrı onu fazla tutmamıştı.
 
Pekala, Greaz! Bu yumruğun hesabını senden soracağım! Ve artık koduğumun beynine şunu sok! Melina, senin gibi büyük bir dangalağın yanında asla durmaz! Defol!
 
Greaz sırıtırken, deli ve büyümüş gözleri ile karşısında kendisine kızan adama bakıyordu.
 
Bir rütbe daha büyük olması yüzünden onu cezalandırma yetkisi olsa da, gene de Iworick ile ilişkilerinin çok bozulmasını istemiyordu.
 
Karşısında sıradan bir komutan yoktu, bunun oldukça iyi farkındaydı. Kuzeyin köklü ailelerinden gelen bir komutan ile düşmanlık, şu anlık şakaya gelmezdi.
 
Hem krallığın kontrolünü alma çabalarına bir engel daha koymak, en son isteyeceği şeydi.
 
Yutkunup kahkahasını kesmeye çalıştı ve bu sefer kafasını eğdi, içten bir şekilde özür diledi. “Hahah... Özür dilerim, gerçekten! Şimdilik sırf Melina’ yı korumak istediğin için seni bırakıyorum! Bir daha bu tavırla karşıma çıkma Iworick! Hele de küfür ederek!
 
Greaz arkasını dönerek; toplaşan askerlerin arasından gülümseyerek sıyrılırken, günün oldukça eğlenceli geçtiğini düşünüyordu.
 
Dudaklarını sinirden sertçe ısıran Iworick ise ağzını bile açmadan sadece nefretle Greaz’ a bakıyordu.
 
Yüz kasları titrerken, sağ gözü hafiften seğiriyor ve ona bir yumruk da kendisi atmamak için çırpınıyordu.
 
Daha fazla askerlerine rezil olmamak için, kampın çıkışına doğru giden Greaz’ ın arkasından tükürdükten sonra, arkasını döndü.
 
O sırada etrafta bulunan askerler; olayın bu şekilde bitmesiyle mutsuz olsalar da, iki rütbelinin de kavgasını izlemek oldukça keyiflerine gitmişti.
 
Melina ise arkalarda çıkan hengameyi fark etmemişti, çünkü o da fazla beklemeden kamp ateşinden ayrılarak çadırına girmişti.
 
Derin bir nefes alarak sakinleşen Iworick, envanterinden çıkardığı sağlık iksirini tek seferde içip bitirdi.
 
Oldukça yaygın bir iksir olsa da, çeşitli özellikler veren ve daha fazla etkili olan iksirler de mevcuttu. Simyagerler tarafından yapılan bu envai çeşit iksirler; güç, sağlık, hız, dayanıklılık ve çeşit çeşit özel etkiler verebiliyordu.
 
Ve tabii, Iworick’ in içtiği de düşük kademe bir sağlık iksiriydi. Vücudundaki birçok sıyrık ve hafif yaraları iyileştirip, zihinde yenilenmiş bir ferahlık yaratıyordu.
 
Rahatlayan komutan, boynunu birkaç kere salladı ve gerindi. Yüzüne inen yumruğun ağırlığını hala hissedebiliyordu.
 
Adi şerefsiz, aniden saldırmasaydı gösterirdim gününü! Arh, gidip Melina’ yı görmeli ve o elini öpen şerefsizin kim olduğunu gerçekten öğrenmeliyim!
 
Etrafında hala kendisini izleyen askerleri fark edince, öfkeyle bağırarak askerlere kükredi.
 
Dönün lan önünüze! Şerefsizler! Biri bile o aptalı üzerimden kaldırmayı düşünmedi mi!? Ne bokuma buradasınız anlamadım ki!?
 
Komutanlarının sevgilisi olan bu adamı daha fazla kışkırtmak istemeyen askerler, bir anda önlerine dönerek ve hızla etrafa dağılarak alanı boşalttılar.
 
Iworick öfkesi tekrar gün yüzüne çıkmadan, hızlı adımlarla Melina’ nın çadırına doğru yola koyuldu.
 
Askerler bir bir etrafa dağılırken, açılmış olan kamp yolundan Melina’ nın çadırına doğru ilerledi. Etrafta kamp ateşini kurmaya başlayan birçok asker ve bir yandan da kraliyet aşçılarının pişirdiği yemekleri servis etmeye çalışan onlarca uşak koşuşturuyordu.
 
Çimen arazi üzerinde kurulan bu büyük kamp alanı, bir yandan da oldukça hoş bir görünüme sahipti.
 
Büyük kamp meydanının ortasına dikilen, Melina’ nın yeşil ve kahverengi tonlara sahip bayrağı dalgalanıyordu. Burayı da arkasından bırakan Iworick, hızlı adımlarla etrafındaki diğer çadırları gölgede bırakan büyükçe bir çadırın önüne geldi.
 
Çadırın etrafını koruyan onlarca asker, hızla geçmesi için bir yol açarken dikkatli bakışlarını Iworick’ in üzerinden geçiriyorlardı.
 
Daha fazla beklemeden sert maddelerden yapılmış, çadıra monte edilmiş tahta kapıyı açarak içeri girdi.
 
Tavanda asılı duran ışık kristalleri ve etrafta bulunan zırh standı, ileride bölümlere ayrılmış kocaman bir yatak odası ve... Banyo?
 
Gelen su sesleri ile sırıtan Iworick yavaşlayan adımlarıyla, savaş stratejilerinin konuşulduğu çadırın orta kısmındaki kanepelerden birine oturdu.
 
Masada duran, henüz yarısı içilmiş ve sıcak olan çayı alarak yudumlarken Melina’ nın duyabileceği şekilde konuştu.
 
Vah! Çay oldukça güzelmiş
 
[PAT]
 
Bir şeyin düşme sesiyle birlikte, yükselen güçlü ama narin bir ses ortaya çıktı.
 
Iworick! Şerefsiz seni! Çadırıma birisini almamaları için dışarıdakileri özellikle uyarmıştım! Arh! Ödüm patladı! Gerizekalı!
 
Kulaklarına dolan öfke dolu cümleler ve sözleri gözü kapalı bir şekilde, kafasını geriye atmışken gülümseyerek çayı tekrar seslice yudumladı.
 
Kurumuş kan lekesi yüzünde hala duruyordu. Çayın üzerinden tüten buharlar, kurumuş kan lekelerinin tekrar ısınarak yüzünde dağılmasını sağlıyordu.
 
Gözü kapalı bir şekilde mayhoşca gülümserken içinden geçirdi.
 
Hoh? Bu çay niye bu kadar lezzetli? Acaba dudaklarına bir şey mi sürdü, ondan geçen bir lezzet olmalı! Kesinlikle, fevkalade!’
 
Hüğp!..” Çayını keyifle yudumladıktan sonra uzun bir sessizlik olmuştu. Iworick tek kaşını kaldırırken, kafasını geriye doğru kanepenin üstünden attı ve ters bir şekilde bölmeye ayrılmış banyoya doğru baktı.
 
Tam ağzını tekrar açacak iken sertçe bağıran Melina, bu sefer çıplak olmasını aldırmadan dışarı fırladı.
 
O benim Gwarra’ dan gelen son çayımdı! Şerefsizin tekisin! Ver onu bana!
 
Üzerine doğru gelen çıplak Melina’ ya düşmüş ağzı ile bakarken, çay bardağının kulpunu tutan eli neredeyse boşalıp bütün çayı dökecekti.
 
Kafasını hızla doğrulturken, tersine dönen dünya düzeldi ve gördüğü görüntünün gerçek olup olmadığına emin olmak için tekrar arkasını dönmek istediğinde, başına yediği güçlü bir tekme ve hızla elinden alınan çay bardağının ardından kuvvetlice yere çakıldı.
 
Huh!? Az daha dökülüyordu, ucuz yırttım... Canım çayım... Çoğu gitmiş! Bir dahaki teslimat 1 hafta sonra olacak! Bu ne demek biliyor musun!? Bu bok kokan şehirde daha fazla stresli olacağım demek! Bunca i-
 
Konuşurken bardağı masaya bırakmış ve ellerini beline atmış bir şekilde yerde hareketsizce yatan Iworick’ e doğru bakıyordu.
 
Konuşması, yerde yatan sevgilisinin hareket etmeden durmasıyla kesilmiş ve yerine göğsünü kaplayan bir endişe gelmişti.
 
A... A- Aşkım? Hm? Ölmedin demi?” Ayağının ucuyla yerde yatan Iworick’ in bacağını hafifçe dürterken, endişeli bakışlarıyla seslenmişti.
 
Cevap alamamasının üzerine hızla eğilerek, Iworick’ in saçlarından sertçe tuttu ve çekti.
 
Anında çığlık atarak acıyla, ellerini bırakması için Melina’ ya uzatan Iworick, can çekişirken bağırdı. “Şaka- Şaka yapıyordum! Arh!! Dur çekme!
 
Bir anda soğuyan ve bıkmış bakışlarla Iworick’ e bakan Melina bıkkın sesiyle “İyi halt ettin! Ne!? Yüzün! Aman tanrım Iworick! Özür dilerim, özür dilerim... Yüzün parçalanmış! Ahh!” devam eden konuşması tekrardan endişeli ses tonuna dönüşmüştü.
 
Aslında olan şey, kuruyan kan lekelerinin terleme ve buhardan sıvılaşması, ve yediği tekmeyle yere yapışıp halının kanı yüzüne dağıtmasından başka bir şey değildi.
 
Iworick’ de korkuyla kalbi hızla atarken, elini yüzüne götürdü ve kontrol etti.
 
Bir şey olmadığını anladığında pörtlek gözleri ile kendisine bakan sevgilisine “İyi de bir şey yok? Ve hafif vurdun, ben mi yumuşadım acaba?” gergince sordu.
 
Melina elini Iworick’ in yüzüne attı ve gerçekten de bir şey olmadığını görünce tekrardan rahatlayarak yere oturdu.
 
Birkaç dakikada yaşadığı onlarca duygu değişimi, başını döndürmeye yetmişti bile. Ellerini hafifçe havaya kaldırırken “Ne söyleyeceğimi bilmiyorum, pes ettim pekala! Özür dilerim ama o içtiğini kusman gerek” hafifçe tebessüm ederek ciddi bir surat ifadesi ile konuştu.
 
Iworick pişkince, kana bulanmış suratıyla gülümserken “Sanırım önce birilerinin üzerini giymesi gerek gibi, ya da gerek yok! Böyle daha iyi tab-” suratına yediği güçlü yumrukla bu sefer cidden aklı bir uçup geri gelmişti.
 
İncinmiş burnu şelale olurken dengesiz sevgilisinin tekrardan banyoya koşarkenki seslenişini yarı düzgün duyabilmişti.
 
Sapık! Çayıma dokunmaya cüret dahi etme! Hemen geliyorum!
 
Iworick daha fazla kurcalamadan kendini halılara attı ve derin bir nefes verirken, bugün yeterince dayak yediğini düşünüyordu.
 
Ses çıkarmadan elini kaldırıp onaylasa da, Melina çoktan banyoya girmişti bile.
 
Uzun sürecek bir çift konuşmasını sizlere anlatmadan, biraz da Fellam’ ın sisli ve kuvvetli rüzgarlarının estiği Mannyr Ormanı’ na götürmek istiyorum.
 
Kulakları çınlatan; yeterince bağırış dolu geçecek konuşmalardan da ötede, Veexis, karlarla kaplı sık ormanın içerisinde, bir fırtına kadar kuvvetli şekilde süzülerek koşuyordu.
 
Bütün bu garip olaylar silsilesi ve Iworick’ in dayak yemelerinin ötesinde, bambaşka bir yerde geçen bu koşuşturmada sadece Veexis yoktu tabii.
 
Henüz karşılaşmasalar da; kuzeyin derinlerinde, büyük ve sisli ormanlarının da ötesinde onu bekleyen, kaderin karmaşık ağlarına takılı bir şey vardı.
 
Bu karşılaşmanın önünde duran tek engel ise, şu anda Veexis’ in 20 kilometre arkasında, gökte zırhlarla donatılmış, toplam 30 adet zırhlı kraliyet griffonlarıydı.
 
Bu evcilleştirilmiş yaratıkların üstünde bulunan Fellam Krallığı’ nın kraliyet muhafızları da işin en zor kısmını yaratıyordu.
 
Arkamda nefeslerini hissedebiliyorum! Şerefsizler, düşündüğümden daha da hızlı yaklaşıyorlar! Griffonlar olmalı, ormanın içerisine giremezler ve bu da bana ormandan çıkana kadar bir avantaj sağlar!
 
Veexis gölgelerin içerisinde hızla süzülürken düşüncelerini toparlıyordu. Kendisi oldukça bol manaya sahip olsa da, ormandan çıktıktan bir süre sonra tükenecek olması endişe veriyordu.
 
Büyükçe bir ağacı daha arkasında bırakırken, sağ tarafında hissettiği ufak bir hareketlilik ile süzülürken kafasını o tarafa doğru çevirdi.
 
Çevirmesiyle kendisine doğru fırlayan zincire bağlanmış büyükçe bir orak, ensesinin üzerinden ıskalayarak geçmişti.
 
Myniirler! Bunların bura da ne işi var! Siktir!
 
Veexis’ in bahsettiği Myniir isimli yaratıklar; oldukça sinsi ve korkutucu, 2 metre boylarında, ince bir vücut hatlarına sahip, yeşil ten renkleriyle, kıl kıl saçları olan dehşet verici canavarlardı.
 
Genellikle ork ormanlarında yaşayan bu canlıların, Fellam Krallığı sınırları içerisinde olan bir ormanda görülmeleri, oldukça az rastlanan bir olay olmalıydı.
 
Bir dakika! Belki de bunu kullanmalıyım! Eğer kaçarak Myniirleri peşimdeki muhafızlara çekersem, bir şansım olabilir!
 
Hızla gözden geçirdiği planını, acele bir şekilde uygulamaya koyuldu.
 
Ellerinde devasa oraklar taşıyan, silahında sapları olan zincirlerinin uzunlukları 5 metreye çıkan Myniirler, kokusunu alarak takip ettikleri avlarını canla başla kovalamaya başladılar.
 
Çıkardıkları fareye benzer iğrenç sesler ormanda yankılanırken, gitgide kararan hava ve sisin bastırmasıyla, ortalık daha da korkutucu bir hal almıştı.
 
{İĞĞĞRK!}
 
Veexis tekrardan kendisine doğru gelen oraktan sıyrılırken, önünde duran çalıdan bir anda fırlayan Myniire doğru, elinin altında duran gizli bıçağı çıkararak boynuna doğru sapladı.
 
Havada çarpışan ikili, büyük bir şok darbesini etrafa saçarken boynuna girmiş metal bıçağı çıkarmaya çalışan Myniir, var gücüyle çığlık atarak üzerindeki insanı atmaya çalışıyordu.
 
Bıçağındaki zehrin etki etmesini bile beklemeden tekrar fırlayan Veexis, onlarca Myniirin arkasında yas tutan çığlıklarla daha da hızlı bir şekilde üzerine koştuğunu duyabiliyordu.
 
Myniirler her ne kadar düşünemeyen, cani, korkutucu ve sürüyle dolaşan dehşet verici yaratıklar olsa da, asla içlerinden birisinin ölmesine tahammül edemezlerdi.
 
Veexis onları daha da kızdırdığına sevinirken, arkasında onu takip eden muhafızlara daha da yaklaşıyordu.
 
Uzun süre bu kovalamacanın devam etmesini sağlayamazdı, bir an önce yaratıkları çekmeli ve askerlerin ormana inmesini sağlamalıydı.
 
Griffonlar paramparça olacak, askerleri de ben tutabilirsem kesinlikle artık beni takip edecek güçleri kalmaz! Umarım bir aksilik olmadan yapabilirim
 
[FSIIV] Arkasından kendisine doğru fırlatılan bir başka orağı yana doğru kaçarak atlatırken, ağaçlardan atlayarak gelen daha fazla Myniir, Veexis’ in kaçış rotasını kapatmaya çalışıyorlardı.
 
Sağında, solunda ve arkasında onu takip eden bu avcılar etrafını sararak onu parçalamaya niyet etmiş gibiydiler.
 
Veexis daha da hızlanması gerektiğini düşünerek bağırdı ve yeteneğini son kademesine kadar zorladı.
 
Şeytan Adımları: Üçüncü Seviye!’ Zihninden söylediği kelimeyle etkinleşen yeteneği, gölge formuyla süzülürken artık ayaklarıyla yere basmasını ve daha da hızlanarak koşmasını sağlamıştı.
 
Yeteneği hızını arttırsa da, artık hava da süzülemeyeceği gibi büyük bir dezavantaja sahip olmuştu.
 
Myniirler bir bir arkasında kalırken, rahatladı ve önüne odaklandı. Ormanda yankılanan çığlıklar ile dört bir yana dağılan kuşlar korkmuş sesleriyle bağırıyorlardı.
 
Hışırdayan yapraklar ve karla kaplı zeminde bıraktığı izler Myniirlerin onu takip etmesine yetmeliydi.
 
Griffonları hissedebiliyorum, şu işi bitirelim artık” Hırıldayarak söylediği cümlelerle, ağaçlardan birinin üstüne zıpladı ve diğer ağaçların dallarına atlayarak gökyüzünü görebileceği şekilde koşmaya devam etti...
 
...

------------------------------------------------------------

Bu Bölüm Toplam 2100+ Kelimeden Oluşmaktadır.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46895 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr